Firavun'un Dini
Tarihçi Heredot'a göre Eski Mısırlılar dünyanın en "dindar" insanlarıydılar. Ancak dinleri "hak din" değil, çok tanrılı sapkın bir dindi ve içinde bulundukları koyu tutuculuk sebebiyle bu sapkın dinlerinden bir türlü vazgeçemiyorlardı. Halk hükümdarları geçerken "Ey biz canlıların tanrısı, yaşa, varol !" diye aaaahürat yapardı. Yani hükümdarlarına (Firavun) ilahlık atfetmek gibi çok yanlış bir inanca sahiplerdi. Firavun, Tanrı'nın oğlu veya doğrudan doğruya yeryüzünde yaşayan bir nevi tanrı gibi kabul ediliyordu.
Eski Mısır Kavmi, içinde yaşadığı doğal çevre şartlarından çok etkilenmişti. Mısır'ın doğal coğrafyası ülaaai dış saldırılara karşı çok iyi koruyordu. Mısır'ın dört bir yanı çöllerle, dağlık arazilerle ve denizlerle çevriliydi. Ülaaae yapılabilecek saldırıların iki geçiş yolu bulunuyordu ve bu yolları da savunmak Mısır orduları için son derece kolaydı. Böylece Mısırlılar, bu doğal koşullar sayesinde dış ülkelerden soyutlanmış olarak kaldılar. Ancak geçen yüzyıllar, bu soyutlanmayı koyu bir taassuba dönüştürdü. Böylece Mısırlılar yeni gelişmelere ve yeniliklere kapalı, dinleri konusunda son derece tutucu bir görünüm kazandılar. Kuran'da sıkça bahsedilen "ataların dini" onların en önem verdikleri değerleri haline geldi.
Bu nedenle Hz. Musa ve Hz. Harun, Firavun'a ve yakın çevresine hak dini tebliğ ettiklerinde "Onlar: Siz ikiniz, bizi atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)dan çevirmek ve yeryüzünde büyüklük sizin olsun diye mi bize geldiniz? Biz, sizin ikinize inanacak değiliz" (Yunus Suresi, 7 diyerek yüz çevirmişlerdi.
Eski Mısır'ın dini bir kaç kola ayrılmıştı. Bunların en önemlileri devletin resmi dini, halkın inanışları ve ölümden sonraki yaşam ile ilgili inanışlardan oluşuyordu.Firavun, kutsal bir varlık olması dışında halkın arasında yaygın olan inanışlar son derece karışıktı, ve devletin resmi dini ile çatışan inançlar da Firavun yönetimi tarafından baskı altına alınmıştı. Temelde çok tanrıya dayanan bu sapkın inanç sisteminde, bu tanrılar genellikle hayvan başlı ve insan vücutlu olarak tasvir ediliyordu. Ancak bölgeden bölgeye değişebilen yerel geleneklerle de karşılaşmak mümkündü.
Firavun'un atalarından kalan bu eski, putperest din ve bu batıl dine göre Firavun'un sözde yeryüzünde yaşayan bir tanrı olduğu düşüncesi, ona halkı karşısında büyük bir güç veriyordu. Firavun ve onun etrafındakiler atalarının dininden kaynaklanan yaşam tarzına karşı Musa Peygamberi bir tehlike olarak görmüşlerdi. Çünkü atalarının dinine göre büyüklük tümüyle Firavun'a aitti. Firavun'un bu büyüklenme ve sahiplenme isteği ve Hz. Musa ile Hz. Harun'u kendine rakip gibi görmesi, Firavun ve çevresinin Hz. Musa ve Hz. Harun'a söylediklerinden anlaşılmaktadır:
Onlar: "Siz ikiniz, bizi atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)dan çevirmek ve yeryüzünde büyüklük sizin olsun diye mi bize geldiniz? Biz, sizin ikinize inanacak değiliz" dediler. (Yunus Suresi, 7
Firavun, atalarının dinine göre kendisinin tanrı olduğunu iddia ediyordu. Hatta bu konuda çok daha ileri giderek kendisinin en yüce Rab olduğunu ileri sürüyordu:
(Firavun) Dedi ki: "Sizin en yüce Rabbiniz benim." (Naziat Suresi, 24)
Firavun ve çevresindekiler sahip oldukları batıl dinlerinden dolayı kendilerini ilahi şahıslar olarak görüyorlardı. Gerçek dinin ortaya koyduğu tevazu, sevgi, şefkat gibi kavramlardan tamamen uzak oldukları için büyüklenen bir yapıları vardı. Bu büyüklenmelerinin bir sonucu olarak da kendilerinin zorba davranışlarda bulunmaya hak sahibi olduklarını düşünüyorlardı. Onların bu durumunu Allah şu ayetle haber vermiştir: