Şâir Asmaî, bir gün halîfe Hârun Reşid’in sofrasında bulunuyordu. Palûza-dan bahsettiler. Palûzâ tatlı cinsinden bir yemektir. Asmaî şöyle dedi:
“Bedevî araplardan birçokları vardır ki, palûzayı ne görmüş, ne de işitmişlerdir.” Hârun Reşid:
“İddiâna delil göster” dedi. “Eğer isbat edemezsen yalan söylemiş olursun.” Hârun, bir ara ava çıkmıştı. Asmaî de beraberinde idi. Bedevî kılıklı bir adamın çölden kendilerine doğru geldiğini gördüler. Hârun, Asmaî’ye:
“Bu adamı yanıma getir,” dedi.
Asmaî, bedevînin karşısına çıktı ve:
“Mü’minlerin emîri seni çağırıyor, hemen gel,” dedi. Bedevî: “Mü’minlerin emîri burada mıdır?” diye sordu. Asmaî:
“Evet,” dedi. Bedevî:
“Ben ona inanmam,” deyince Asmâî adama sövdü.
“Şerefsiz neden inanmıyorsun?” dedi.
Arap öfkelendi, Asmâî’nin yakasından kavrayarak o yana bu yana sürüklemeye, sövüp saymaya başladı. Hârun Reşit olanlara gülüyordu.
Bedevî sonra halîfenin yanma geldi.
“Ey mü’minlerin emîri! Eğer sen bu adamın söylediği gibi mü’minlerin emîri isen benim hakkımı bu adamdan al. Görüyorsun ki o bana sövdü,” dedi. Hârun, bedeviye, Asmaî’ye, iki akçe vermesini emretti. Bedevî verilen bu emre hayret ederek:
“Allah, Allah! Adam hem bana sövsün, hem de ona iki akçe vereyim. Bu nasıl adâlet..” dedi. Hârun Reşit:
“Evet, benim hükmüm böyledir,” dedi. Bunun üzerine bedevî yüzünü Asmaî’ye çevirdi ve ona:
“Ey iki zinâcımın oğlu! Git, mü’minlerin emîrinin buyruğuyla dört akçe getir,” deyince Hârun Reşit gülmekten katılarak sırt üstü yere düştü. Bedeviyi birlikte şehre getirdiler. Halîfenin sarayına girip de o parlak debdebe ve ihtişamı ve Hârun’un muazzam meclisini görünce gözleri kamaştı. Hemen halîfenin önüne geldi:
“Selâm sana ey Allah!” dedi. Hârun “Sus!” diye işâret etti. “O ne biçim söz” diye çıkıştı. Bedevî daha sonra:
“Selâm sana ey Allah’ın peygamberi!” diyebildi. Hârun ve mecliste bulunanlar uyanda bulunup: “Allah lâyığını versin, o ne biçim lâf’ diye çıkıştılar. Bu defa bedevî:
“Selâm sana ey mü’minlerin emîri,” dedi. Hârun:
“Sana da selâm olsun,” dedi sonra bedeviyi oturttular, ona ziyâfet çekip her türlü yemekten yedirdiler. En son sofraya paluza getirdiler. Asmaî işâret etti:“Umarım ki bu adam palûzamın ne olduğunu bilmez.” dedi. Hânın Reşit: Eğer sonuç söylediğin gibi çıkarsa sana bir bedre (onbin altın) vereceğim” dedi. Bedevî elini uzatıp paluzadan yemeğe başladı. Fakat bu yemeği o zamana kadar hiç yememiş gibi görünüyordu. Halife sordu:
“Bu yediğin nedir?” Bedevî şöyle cevap verdi:
“Seni halifelikle değerlendirmiş olan Allah’a yemin ederim ki, ben bunun ne olduğunu bilmiyorum. Ama Allah Kur’an’da yemişten, hurmadan ve nardan bahsetmiştir. Hurma bizim taraflarda vardır. Sanıyorum bu nar olacaktır.” Asmaî hemen atıldı:
“Ey mü’minlerin emîri, şimdi size iki bedre (yirmibin altın) vermek vâcib oldu. Çünkü bu adam palûzayı bilmediği gibi narı da bilmiyor.”
Hârun emretti, Asmaî’ye yirmibin altın, bedeviye de zengin olacak derecede ihsanda bulundular.
To view links or images in signatures your post count must be 0 or greater. You currently have 0 posts.