Yatağından isteksizce kalkıyorsun. Hava yenice aydınlanıyor, üstünde geceden kalma bir yorgunluk var. Her dakikasını bellediğin bir güne tekrar başlamak üzeresin… Her zamanki giysilerinden birini giyiyorsun üstüne. Kahvaltı bile yapamadan evden çıkıyorsun.

Hava güzel ama sen kapalısın. Yola çıktığında ayaklarının yere yapıştığını hissediyorsun; gitmek istemediğini söylüyorlar sana. Ancak gitmelisin; çünkü birileri bu işi sen olmasan da yapabilir. Yaşamdaki yerin her an dolabilir… Peki, içindeki boşluğu ne doldurabilir? Hayalini kurduğun yaşam bu değildi belki de. Her şey farklı olabilirdi…Kimin umurunda?

Neyse ki kendini kandıracak araçların imdadına yetişiyor. Geçen gün ödemekte zorlandığın faturalarını aklına getiriyorsun mesela. Bu yaşadığın sorunlara bir anlam kazandırıyor. Sadece kendin için yaşamanın dayanılmaz hafifliği var üstünde.

--- böcekleri nasıl doğar bilir misin? Anneleri, onları bir gübre yığınının içine yumurtlar. Yavrular etrafındaki gübreyi yedikçe büyürler. Sonra, o doğanların kendisi de aynı şeyi yaparlar. Dünyalarını yiyerek yaşamlarına devam ederler.

Sadece zamanını sattığın bir mekânda, herkesin yapabileceği bir işi yapıyorsun. Sana bir böcek muamelesi yapılıyor belki de. Ya da kendileri için ne kadar önemli olduğunu hissettiriyorlar… Fark etmez! Kendi’nde değilsin zaten. Asıl istediğin şey bu değil. Bunu kalbinin derinliklerinde hissediyorsun; ama bugüne kadar bastırmak daha kolay geldi hep. İçinde bağıran düş çığlıklarını görmezden geldin. Hani şu çocukluk düşlerin vardı ya..! O düşlerin şimdi hayal oldu. Şimdi hastalıklarla uğraşıyorsun belki de, vücudunda anlam veremediğin ağrıları hissediyorsun günlerdir.

Aniden bir ses duyuyorsun. Kapı sesi değil bu. Ya da seni iki gün önce terk eden sevgilinin sesi de… Ses gittikçe dayanılmaz hale geliyor. Bu, çalar saatinin alarm sesi olabilir mi? Yavaşça gözlerini açıyorsun… Ama sen az önce uyanmamış mıydın..? Belki de artık düşlere uyanmalısın..!

Tayfun Topaloğlu