Kabuğuna Çekilen Ağaçlar...


Deniz dalgası ve martı sesleri güzel bir koro oluşturuyor, neşeyle oynayan çocuklar da sanki onlara eşlik ediyorlardı. Denizin o kendine has kokusu, simitçinin yeni getirdiği simitlerin susamlarının kokusuyla hoş bir ikili oluşturmaya yetmişti. Bir de buna denizin o sonsuzluğu hatırlatan engin maviliği eklenince dalgalar taşlara değil de sanki yüreklerin kıyısına çarpıyordu.

Bu ses, koku, görüntü üçlemesi şehir insanının âdeta tutkusu hâline gelmişti. Kimi; evcil hayvanlarını gezdirmek, kimi yalnızlığını dinlemek kimisi de çocukları ile iyi vakit geçirmek için sahildeki parka akın etmişti.

Hatice Hanım da hem hatıraları tazelemek hem de torunlarını bu güzel havadan nasiplendirmek için sahile gelenlerdendi. O da, sahildeki banklardan birine ilişmiş neşeyle oynayan torunlarını izlemeye koyulmuştu. Bir anda gözü ağaç kabuklarını soyan torununa kaydı ve çehresine tatlı-buruk bir gülümseme yayıldı. Birden zaman trenine bindi ve geçmişe doğru uzanan bir yolculuğa başladı. Geldiği istasyon; çocukluğuydu. Evet, bu hatırasını onlara da aktarmalıydı. Aktarmalıydı zira bu en azından hatıralarda yaşamalıydı. Sevgi dolu bakışlarını torunlarına çevirdi ve müşfik bir edayla:

—Çocuklaar... Biraz yanıma gelir misiniz?

Çocuklar merakla anneannelerinin yanına geldiler:

—Ne oldu anneanne?

Oturun biraz çocuklar, şu anlatacağımı dinleyin de tekrar oyununuza devam edersiniz.

Merakla kendisini izleyen torunlarının şaşkın bakışları arasında gözleri ufuklara daldı ve anlatmaya başladı.

İlkbahar gelmiş, güneş sarışın yüzünü göstermeye başlamıştı. Herkes gibi ben de baharın gelişiyle daha bir neşeli olmuştum. Fakat evimiz şehir içinde olduğu için açılan çiçekleri görmekten mahrumdum. Kendi kendime; kim bilir şimdi dayımların bağı nasıl yemyeşil olmuş çiçekler açmıştır, diye düşünüyordum. Böyle düşündüğüm günlerden birinde dayım çıkageldi. Dayıma ağaçları, çiçekleri, bahçeye sebze fideleri dikip, dikmediklerini soruyordum.

Dayım, benim bu yoğun ilgimi görünce istersem beraber hafta sonu bağa gidebileceğimizi söyledi. Bu söz üzerine gözlerimi yalvaran bir edayla anneme çevirdim. Annem de gidebileceğimi söyleyince artık dünyalar benim olmuştu.

Hafta sonuna kadar günlerimi bin bir hayâl kurarak geçirdim. Nihayet hafta sonu dayım gelip beni aldı. Bağa geldiğimizde dayımın çocukları ve anneannemle hasret giderdim. Ertesi gün erkenden kalkıp bahçeye çalışmaya gittik. Anneannem, evde kalıp bizlere öğle yemeği hazırlayacaktı. Bahçeye vardığımızda dayım, bana: “Biz domates fidesi dikerken sen de bizim küçük Mustafa'ya bak.” dedi. Ben çocuğu kucağıma alarak bahçeyi gezmeye başladım. Ağaçlar, pembe ve beyaz çiçekler açmış, her yer yemyeşildi. Havuza doğru yürüdüm, havuz boştu.

Gelinlik giymiş bir genç kıza benzettiğim beyaz çiçekli ağacın dibine oturdum. Acaba ne ağacıydı? Ağacın gövdesi dikkatimi çekmişti. Kabukları kabarmış gibi duruyor, bazı yerleri ise ince ince kıvrılmıştı. Kabuğun birini kaldırıp soymaya başladım. Kendimden geçmiş, ağacın kabuklarını yarıya kadar soymuştum. Birden dayımın öfkeli sesiyle irkildim. “Ne yapıyorsun sen?” demesiyle birlikte yüzümde şiddetli bir tokat patladı. Neye uğradığımı anlayamadan âdeta donup kalmıştım. Dayım feryat edercesine hanımını çağırıyordu. İlk şoku atlattığımda kucağımdaki çocuğu yere bırakıp eve doğru koşmaya başladım. Ağlayarak anneannemin yanına gittim. Anneanneme, çocuğa bakarken dayımın gelip beni aniden tokatladığını anlattım. Anneannem:

—Allah Allah neden böyle yaptı ki dedi. Beni biraz sakinleştirdikten sonra:

—Haydi, beraber gidelim de işin aslını öğrenelim dedi. Bahçeye vardığımızda dayımın öfkesi bir nebze yatışmıştı. Karıştırdığı çamurla ağacın gövdesini sıvamakla meşguldü. Anneannem ve benim geldiğimi gören dayım:

—Anne gördün mü, gitti canım aşılı vişnem, dedi.

Anneannem durumu anlamıştı, bana dönerek yavrum, dedi:

—Ağaçlar kabuklarından sulanır bilmiyor musun? Sen kabuklarını soyduğun için bu ağaç kuruyabilir. Ben dayımın öfkesini o zaman anlamıştım. Aradan bir ay geçtikten sonra ağacın kuruduğunu öğrendim.

Hatice Hanım yıllar sonra buruk bir tebessümle torunlarına hatırasını anlatırken, bir yandan da gözlerine biriken yaşları silmekle meşguldü.