...Kurbağanın intikamı...

Ders yılının son haftaları uzadıkça uzuyor, tatil bir türlü gelmek bilmiyordu. Hani Ramazan’da tiryakiye sormuşlar ,”Minare yaptıracağız. En uygun zaman hangisidir?” diye de “İftar topuna yarım saat kala başlayın, biter” demiş ya... Resa için de en uzun günlerdi bunlar.
Bir kere hava, insanın aklını başından alacak kadar güzeldi. Günler uzundu ve de basket sahası, en sevdiği derslerde bile aklına takılıp duruyordu.
O sabah okula geldiğinde içi uyuyordu adeta.
-Ne o, dedi Kadriye. Gözlerini açamıyorsun?
-Dün akşam hava kararana dek top oynadık. Neredeyse yemekte uyuyacaktım.
-Desene biyoloji çalışamadın.
-Ne gezer. Kapağını bile açamadım kitabın.
-Ben de öyle. Kitap Ayten’in dolabında kalmış... Bir de derse kaldırırsa kadın, hapı yuttum.
-Bak ne geldi aklıma. Hani bir gün “Kurbağa getirin de iç organlarını inceleyelim” demişti hoca. Hatırladın mı?
-Evet.
-Kuzum Kadriye, haydi bir iyilik yap, bir kurbağa yakala da derse kalkmaktan kurtulalım, gözüm.
Koşarak bahçeye çıktılar. Bahçenin kıyısını köşesini adeta santim santim aradılar. Yok, yoktu işte. Suratları bir karış dönerken arka bahçedeki boş havuz geldi Resa’nın aklına. Son ümit havuzdaydı. Nihayet havuzun yosunlu köşesinde bir kurbağa bulabildiler.
Kadriye’nin avucunda kurbağa, sevinçle daldılar sınıfa:
-Müjde millet! Kurbağa yakaladık.
-Yaşasın, diye el çırptı herkes. Bu dersi de böylece kaynattık demektir.
Biyoloji hocası sınıfa girdiğinde biraz şaşırdı doğrusu. Bu sınıfı hiç böyle heyecanlı, hevesli, biyoloji aşkıyla (!) yanar tutuşur görmemişti. Az sonra Kadriye avucunda kurbağayla gelince yanına “Anlaşıldı Vehbi’nin kerrakesi.” diye düşündü. “Sevinçleri bundanmış...”
-İnce uçlu makası ve alkolü getirin bana, dedi. Bu arada herkes gelsin, kurbağayı eline alsın bakalım!
Ve ön sıradakilerden başladı kurbağayı avuca alma işlemi. Tek tek herkes kürsüye, hocanın yanına gidiyor, kurbağayı eline alıp bir süre tutuyor, geri veriyordu.
Sıra Resa’ya gelmişti. Ödü kopuyordu, ama kaçmak imkânsızdı. Bütün cesaretini topladı gitti, kurbağayı eline aldı. Öyle yirmi kişinin avuçlayıp bırakmasından, mıncıklamasından adamakıllı ürkmüş, korkmuştu hayvancık. Patlak gözleri iyice dışarı uğramış, minicik yüreği deliler gibi küt küt atıyordu. Kurbağayı eline almasıyla bırakması bir oldu Resa’nın.
-Resa, gel buraya! Tekrar alacaksın eline!
-Yoo, hayır! Yapamam efendim!
Çok korkmuş, tedirgin olmuştu kız. Derse kalkmaya, kötü not almaya bile razıydı, kurbağayı tekrar eline almaktansa...
Herkes kurbağayı bir kez avucuna aldıktan sonra hoca ayağa kalktı. Küçük bir makasla hayvanı kesti, biçti. Sadece solungaçlarını bıraktı.
-Görüyorsunuz işte, dedi. Kesip parçaladığımız halde solungaçlar soluk alıp vermeye devam ediyor. Hayvan hâlâ yaşıyor yani.
-Ona da yaşamak mı denir hocam, diyecekti Resa, ama sesi soluğu çıkmıyordu.
Doğru dürüst bakamamıştı bile kurbağacığın kesilip biçilmesine. Çalan zil, dersin bittiğini haber veriyordu. Ellerini alkolle yıkadı biyoloji hocası ve:
-Hepinize teşekkür, Resa’ya teessüf ederim, dedi. Sözümü dinlemedi.
Gözlerini yere eğdi Resa. Teessüf de etse, sınıfta da bıraksa tekrar alamazdı o küt küt atan yürekli minicik canlıyı avucuna.
Ertesi gün ürtiker olmuş, her yanı kaşınıyordu Resa’nın. Ve birkaç gün sonra da ellerinde siğiller boy gösterdi. Kimi “kurbağadan oldu “dedi... Kim bilir, belki de tembel iki öğrenci kötü not almaktan kurtulsun diye canından olan kurbağanın intikamıydı bu...