HER GÜN BİR ALTINA NE DERSİN?
Sahabilerden Hazret-i îkrime (Radıyallahü Anh) “den:

— Vaktiyle Allah”a iman eden ve günlerini ibâdetle geçiren bir âbid vardı. Bir gün yola çıktı, yolculuk esnar sında tapınılan bir ağaca rastladı… Şuursuz insanlar ağaca tapınıp duruyorlardı… Buna fena halde üzüldü:

— Ben, dedi, bir çâre düşüneyim!…

Düşündü, düşündü… Ne var ki, halkı ağaca tapmaktan menetmenin pek kolay olmadığım anladı, tek çâre olarak o tapınılan ağacı kesmek gerekiyordu…

O da öyle karar verip evine döndü, keskin bir balta aldı ve tekrar yola koyuldu…

Küt küt yürüyerek ağaca doğru ilerliyordu… İşte tam o an, Âdem oğlunun ezelî düşmanı İblis bir insan suretinde onun önünde belirdi, yüzüne sahte bir gülüş kondurarak sordu =

— Ey Âbid!… Böyle balta elinizde nereye gidiyorsunuz?

Âbid, onu bir insan zannediyordu. Hemen cevap verdi:

— Az ileride bazı câhil ve uyuşuk kimselerin tapındığı bir ağaç vardır, onu kökünden kesmeye ve böylece yapılagelen bir şirke son vermeye gidiyorum!…

İnsan kılığındaki İblis kötü kötü güldü:

— Â Âbid!… Nene lâzım senin, bırak kim ibâdet ederse etsin, onlan Allah cezâlandınr, âlemi düzeltmek sana nu kaldı!…

Âbid kızdı:

— Sen ne kötü bir insansın, hayıra mâni olmak i inektesin. Bu aynı zamanda bir iman ehli olarak benjt vazifemdir!…

— Ne vazifesi?

— Kötülüğe mâni olmak benim görevimdir!…

— Sen köşene çekil ibâdetine bak, âlemin işine niçin karışıyorsun?

— Hayır!. Herhalde o ağacı keseceğim!…

— Olmaz!…

— Pek güzel olur!…

Lânetli İblis”in bütün gayretlerine rağmen Âbid ağacı kesmekte kararlı idi…

Ağaca doğru hızla yürüyordu…

İblis önüne bir duvar gibi durdu ve dedi:

— Seni bırakmam!…

Âbid fena öfkelendi ve İblis”i tuttuğu gibi yere vurdu. Ağzını burnunu topraklara sürüyor ve şöyle haykırıyordu:

— Vay anan öle!… Ne gönlü kara bir adammışsın!…

Sonra tekrar ağaca doğru yöneldi. îblis yine yolunu

kesti:

— Dur, yapma!…

Âbid onu tutup bir daha yere yuvarladı ve yine baltasını alıp yola koyuldu…

Artık lânetli İblis âciz kalmıştı, derhal hileye baş vurdu. Âbidi bu defa can damarından yakalamıştı.-

— Ey er kişi, dedi, sen ağacı kesmekten vazgeç, sana söz veriyorum, her gün sabahleyin yastığınızın altında dört altın bulacaksın. Altınlar devam ettiği müddetçe siz de bu işin üzerine gitmeyeceksiniz, tamam mı?

Âbide bu teklif cazip geldi… Tabiî ki onun kim olduğunu da bilemiyordu. Gözlerini ona dikip sordu:

— Cidden böyle olacak mı, siz buna kadir misiniz?

îblis kıkır kıkır güldü:
__Evet, size söz veriyorum, her gün yastığınızın altında dört altın bulacaksınız!…

_ Peki, ben de evime dönüyorum!…

Gerçekten Âbid evine döndü… Allah için çıktığı yoldan altınların hatırına vazgeçmişti… Şimdi sabırsızlıkla olacakları bekliyordu… Güneş ak tepeli dağların ardında gözden kayboldu, gecenin karanlığı perde perde dünya üzerine indi, Âbid de derin bir uykuya daldı…

Sabah olur olmaz yatağından bir ok gibi fırladı ve derhal yastığının altına göz attı…

O da ne?

Gerçekten çil çil altınlar oradaydı. Bir çığlık attı;

— Vay be!… Ne kârlı bir iş yaptım!… Gel keyfim, gel!…

Gerçekten keyfine diyecek yoktu. Çünkü her gün dört altın elde etmekle büyük bir servete mâlik olacaktı… Birkaç gün altınlar devam etti… Âbidin ibâdetinde de bir gevşeme oldu. Artık eski şevk ve zevki de alamıyordu…

Bir sabah yine uykudan uyandı… İlk iş olarak yastığının altına bakmak oldu…

Hayret etti… Bu defa yastığın altında altın falan yoktu… Gözlerini iyice oğuşturup tekrar baktı…

Yok, yok, yok!…

— Eh, dedi, bugün de böyle olsun!…

Yine bir gün daha gerilerde kalmıştı, akşam karanlığı bastırınca âdeti üzere yatıp uyudu… Sabah olur olmaz yatağından fırladı, derhal elini yastığın altına uzattı…

Ne var ki, yastığın altı yine boştu… Ne altın, ne de altının eseri… Hiddetle yastığı yere çaldı:

— Ben. dedi, ona gösteririm!…

Derhal baltasını eline aldı, merkebin sırtına atladığı gibi yine o ağacı kesmek üzere yola revan oldu…

Hem acele acele gidiyor, hem de kendi kendine konu-şuyordu *.
— Ben sana gösteririm, ben sana gösteririm!…

Birden yine insan suretinde İblis onun yoluna çıktı

Yüzünde alaylı bir gülüş vardı:

— Ey Âbid, dedi, kiminle konuşuyorsun?

Âbid öfkeyle haykırdı:

— Sana ne, sen işine bak!…

— Nereye gidiyorsun?

— İşte o ibâdet edilen ağaç var ya?

— Ne olmuş ona?

— Onu kesmeye gidiyorum!…

İnsan süretindeki İblis bir kahkaha attı:

— Senin onu kesmeye gücün yetmez!…

Âbid öfke ile soludu:

— Git ordan suratsız adam!… Bana kim mâni olabilir ki?…

İblis:

— Sus, dedi, artık senden o işler geçti!…

Âbid sordu:

— Niçin geçsin?

Ondan şu cevabı aldı:

— Â akılsız kişi!… Senin ilk bu niyetle evinden çıkışın Allah içindi. O zaman hiç kimse sana mâni olamazdı. Şimdi ise çıkışın Allah için değil, sadece altınlar içindir. Altınları yastığının altında bulamayınca öfkelenip yola koyuldun… Niyetler çok değişik…

Âbid:

— Olsun, dedi, ben o ağacı yaşatmam!…

İblis”in korkunç sesi vâdilerde yankılar yaptı:

— Haydi bakalım doğru evine dön, aksi takdirde kafam koparırım!…

Birden Âbidin yüreği korku ile doldu, arslan elindeki tavşana dönüvermişti. Hiç ses çıkaramadan geri döndü.-Sanki yaşayan bir ölü hâlini alıvermişti…

Bir gün büyük sahabılerden Huzeyfe Hazretlerine so* ruldu:
__ Ey aydın er! Yaşayan ölü kime derler?

Hazret-i Huzeyfe (Radıyallahü Anh) ılık gözlerini yükseklere kaldırıp dedi ki:

_Gördüğü fenalıkları ne eliyle, ne diliyle, ne de kalbiyle men etmiyen kimseye derler!…