
Arkeolojik bulgulara göre, Nuh Tufanı Mezopotamya Ovasında meydana gelmişti.Ovanın o zamanki şekli bugünkünden farklıydı.
Ur şehrinde yapılan kazılarda ortaya çıkartılan arkeolojik bulgular, buradaki medeniyetin çok büyük bir sel felaketi sonunda kesintiye uğradığını, daha sonra zaman içinde tekrar yeni uygarlıkların meydana çıkmaya başladığını göstermektedir. Leonard Woolley, British Museum ve Pennsylvania Üniversitesi tarafından ortaklaşa yürütülen bir kazı çalışmasına da başkanlık etmiştir. Sir Woolleyin kazıları Bağdat ile Basra Körfezi arasındaki çölün ortalarında gerçekleşti.
Readers Digest dergisinde Woolleyin kazıları şöyle anlatılmaktadır:
Kazı yapılan bölgede, derine inildikçe çok önemli bir buluntu ortaya çıkarılmıştı; bu, Ur şehrinin krallar mezarlığıydı. Araştırmacılar Sümer krallarının ve soyluların gömülmüş olduğu bu mezarlıkta birçok efsanevi sanat eserlerine rastladılar. Miğferler, kılıçlar, müzik aletleri, altından ve kıymetli taşlardan yapılmış sanat yapıtları
İşçiler, çamur olmuş tuğlaların içinden bir metre kadar derine daldılar ve çanak çömlekleri çıkarmaya başladılar. Ve sonra birdenbire herşey durdu. Woolley böyle yazıyordu. Artık ne çanak, ne çömlek, ne kül vardı, yalnız suyun getirdiği temiz çamur.
Woolley kazıya devam etti, iki buçuk metre kadar temiz kil tabakasından geçilerek derine dalındı ve sonra birdenbire işçiler, bu devrin insanları tarafından yapılmış zımpara taşından aletler ve çanak çömlek parçalarına rastladılar. Çamur iyice temizlenince altında kalmış bir medeniyet ortaya çıktı. Bu durum, bölgede büyük bir su baskınının meydana geldiğini gösteriyordu. Ayrıca mikroskobik analiz, temiz kilden kalın bir katmanın, eski Sümer uygarlığını yok edecek kadar büyük bir tufan tarafından buraya yığılmış olduğunu gösteriyordu. Gılgamış Destanı ile Nuhun öyküsü, Mezopotamya Çölünde kazılan bir kuyuda ortak bir kaynakta birleşmiş oluyordu.(225)

Ayrıca Max Mallowan, kazıyı yürüten Leonard Woolleyin düşüncelerini şöyle aktarıyordu:
Woolley, tek bir zaman diliminde oluşmuş böylesine büyük bir kil kütlesinin sadece çok büyük bir sel felaketinin sonucu olabileceğini belirterek; Sümer Uru ile Al-Ubaidin boyalı çanak çömlek kullanan halkı tarafından kurulan kenti ayıran sel tabakasını, efsanevi Tufanın kalıntıları olarak tanımladı.(226)
Bu veriler, Tufanın etkilediği yerlerden birinin Ur şehri olduğunu gösteriyordu. Alman arkeolog Werner Keller de söz konusu kazının önemini şöyle ifade etmişti: Mezopotamyada yapılan arkeolojik kazılarda balçıklı bir tabakanın altından şehir kalıntılarının çıkması burada bir sel olduğunu ispatlamış oldu.(227)
Tufanın izlerini taşıyan bir başka Mezopotamya şehri ise günümüzde Tel El-Uhaymer olarak isimlendirilen, Sümerlilerin Kiş şehridir. Eski Sümer kayıtlarında, bu şehir Büyük Tufandan sonra başa geçen ilk hanedanlığın başkenti olarak nitelendirilmektedir.(228)
Günümüzde Tel El-Fara olarak adlandırılan Güney Mezopotamyadaki Şuruppak kenti de Tufanın açık izlerini taşımaktadır. Bu kentteki arkeolojik çalışmalar 1920-1930 yılları arasında Pennsylvania Üniversitesinden Erich Schmidt tarafından yürütüldü. Kazılarda MÖ 3000-2000 yılları arasında var olan bir uygarlığın doğuşu ve gelişmesi değişik tabakalarda rahatlıkla izlenebiliyordu. Çivi yazılı kayıtlardan anlaşılan oydu ki, bu bölgede MÖ 3000′li yıllarda, kültürel olarak oldukça gelişmiş bir halk yaşıyordu.(229)
Asıl önemli nokta ise, bu şehirde de MÖ 3000-2900 yılları civarında büyük bir sel felaketinin gerçekleştiğinin anlaşılmasıydı. Schmidtin çalışmalarını anlatan Mallowan şöyle demektedir:
Schmidt 4-5 metre derinlikte kil ve kum karışımı sarı topraktan bir tabakaya erişti (bu tabaka selle beraber oluşmuştu). Bu tabaka, höyük kesitine göre ova seviyesine yakın bir düzeyde yer alıyordu ve höyüğün her yerinde izlenebiliyordu Cemdet Nasr dönemini Eski Krallık döneminden ayıran kil ve kum karışımı tabakayı Schmidt tamamen nehir kökenli bir kum olarak tanımlayarak Nuh Tufanı ile ilişkilendirdi.(230)
Kısacası Şuruppak kentinde yapılan kazılarda da yaklaşık MÖ 3000-2900 yıllarına rastgelen bir selin kalıntıları ortaya çıkartılmıştı. Diğer şehirlerle beraber Şuruppak kenti de muhtemelen Tufandan etkilenmişti.(231)
Mezopotamya Ovasında yapılan kazılarda, toprağın derinliklerinde 2,5 metre kalınlığında bir çamur-kil tabakasının varlığı ortaya kondu. Bu çamur-kil tabakası, büyük olasılıkla Tufan anında suların taşıdığı kil kütleleriydi ve dünyada sadece Mezopotamya Ovasının altında vardı.
Tufandan etkilendiğine dair elde kanıtlar olan son yerleşim birimi, Şuruppakın güneyinde yer alan ve günümüzde Tel El-Varka olarak isimlendirilen Uruk kentidir. Bu kentte de diğerleri gibi bir sel tabakasına rastlanmıştır. Bu sel tabakası da, MÖ 3000-2900′lü yıllarla tarihlendirilmektedir.(232)
Bilindiği gibi Dicle ve Fırat nehirleri Mezopotamyayı boydan boya kesmektedir. Anlaşılan odur ki, olay anında, bu iki nehir ve irili ufaklı bütün su kaynakları taşmış, bunlar yağmur sularıyla birleşerek büyük bir su baskını oluşturmuşlardır. Kuranda bu olay şöyle bildirilmektedir:
Biz, bardaktan boşanırcasına akan bir su ile göğün kapılarını açtık. Yeri de coşkun kaynaklar halinde fışkırttık. Derken su, takdir edilmiş bir işe karşı birleşti. Ve onu da tahtalar, çiviler üzerinde taşıdık. (Kamer Suresi, 11-13)

Yapılan çalışmalar sonucu elde edilen ipuçları değerlendirildiğinde, Tufanın tüm Mezopotamya ovasını kapladığı görülmektedir. Tufanın izlerini taşıyan Ur, Uruk, Şuruppak ve Kiş şehirleri dizilimini incelediğimiz zaman bunların bir hat üzerinde yer aldığını görürüz. Ayrıca MÖ 3000′li yıllarda Mezopotamya ovasının coğrafi yapısı günümüzdekinden daha farklıdır. O devirlerde Fırat nehrinin yatağı, bugünküne göre daha doğuda bulunmaktaydı; bu akış rotası da Ur, Uruk, Şuruppak ve Kişten geçen bir hatta denk gelmektedir. Dolayısıyla söz konusu bölgede Fırat nehrinin taştığı ve bu dört şehri yerle bir ettiği anlaşılmaktadır. (En doğrusunu Allah bilir.)
Allah, Nuh Tufanını, insanlara bir ibret ve ders konusu teşkil etmesi için, farklı toplumlara gönderdiği peygamberler ve kitaplar yoluyla aktarmıştır. Ancak her defasında metinler orijinalinden uzaklaştırılmış ve Tufan anlatımlarına mistik, mitolojik öğeler katılmıştır. Arkeolojik bulgularla uyuşan ve onları tasdik eden tek kaynak ise Kurandır. Bunun nedeni, Allahın Kuranı en küçük bir değişikliğe uğramadan korumuş olmasıdır.
225. Fred Warshofsky, Ur of the Chaldees, Readers Digest, Aralık 1977.
226. Max Mallowan, Noahs Flood Reconsidered, Iraq, c. XXVI-2, 1964, s. 70.
227. Werner Keller, Und die Bibel hat doch recht (The Bible as History; a Confirmation of the Book of Books), William Morrow, New York, 1956, s. 40.
228. Kiþ, Ana Britannica, c. 13, s. 361.
229. Şuruppah, Ana Britannica, c. 20, s. 311.
230. Max Mallowan, Early Dynastic Period in Mesapotamia, Cambridge Ancient History 1-2, Cambridge, 1971, s. 238.
231. Joseph Campbell, Dou Mitolojisi, Ankara, 1993, s. 129.
232. Bilim ve Ütopya, Temmuz 1996, s. 176.