Gerçek, yada koşulsuz sevgi, sizin ilişkilerinize yüklediğiniz garip taleplerden habersizdir. Sevgi herkes için aynıdır. Sizin sevgiyi belirli ilişkiler için saklayıp diğerlerinden esirgeme girişimleriniz sizin sevginin mevcudiyetini görmenizi engelleyen şeydir. Sevginin verdiği gibi verin; ışığını ayrım yapmadan herkese sunan güneş gibi, ya da dinleyenler için değil, sadece şakımak aşkıyla şakıyan bir bülbül gibi. Siz sevgi verdiğinizde, ödülünüz sevgi olur. Bazı insanları sevginize layık bulup, diğerlerinin ise bunu hak etmediklerini düşündüğünüzde, onları böyle yargıladığınızda, o zaman sevgiyi hak etmeyen siz olursunuz; bu, siz de sevgi tarafından yargılandığınız için değil, sevginin yasasını unutmuş olduğunuz için böyle olur.
Dünya insanının sevgisi, hislerinden doğar, aklıyla büyür, vicdanıyla da olgunlaşır. Sevgi, insanın kendini aşmasıdır. İnsandaki yaratıcı gücü besleyen şey sevgidir. İnsanlar sevebilmek sorumluluğunu hissetmelidir. Sorumluluk bir ihtiyaç meselesidir. İhtiyaç bilginin anlaşılma aşamasında ortaya çıkar, sonrada yapabilme seviyesi gelir. Sorumluluk olmadığı an o varlık yok demektir. Sorumluluk kalktığı an gelişmede kalkar.
Kainat, sonsuz ihtimallerin, sonsuz sorumlulukların yaşandığı bir yerdir. En yüksek sorumluluk, evrensel yasalara uymaktır. Her varlığın yaşadığı halet onun akaşasına kayıt edilir ve bu bilgi diğer varlıklara malzeme olur. Hayatın kaynağı sevgidir. Sevgi hayatın bütünüdür, hatta kendisidir. Sevgiyi bilenler karanlıkta bile görebilenlerdir. İnsan sevgiyi tanımazsa, bilmezse, anlamazsa, hayatı da tanıyıp, bilip, anlayamaz. Bu durumdaki varlık, tanıyamadığı, bilip anlayamadığı bir zamanın içerisinde sürüklenip, akıp gidecektir. Böyle bir yaşam, eğer yaşam denilebilirse, felaketlerin, talihsizliklerin, acıların, sayısız azapların maddi ve manevi yığını olacaktır. Sevgi, huzurumuzun ve mutluluğumuzun esas sebebidir. Sevgi, başarımızın ve yükselmemizin en kuvvetli itici gücüdür ve sevgi davranışlarımızı şekillendiren ve yönlendiren temel güçtür.
Yaradan canlı cansız tüm alemleri sevgisinden var etmiştir. Özümüz Yaradanın özünden bir akistir, özümüz onun sevgisinden oluşmuştur. Öyleyse biz onun sevgisindeyiz, sevgi bizde. Sevgi yaşamın başlangıcıdır. Gerçekten sevmek, öğrenilmesi gereken, bilgi ve beceri esasları olan ruhsal bir melekedir. Bunun için cehit ve çaba gerekir, bunun için inançlı ve cesur olmak gerekir. Sevmenin başlıca engeli olan ve sadece "BEN" diyen nefsin duvarlarını yıkmak gerekir. Eğer üzerinde durduğumuz objenin sevilmeye değer olduğunu düşünürsek, onun iyiliklerini, güzelliklerini, üstünlüklerini ve onu sevmenin bize kazandıracağı huzuru, mutluluğu düşünürsek, onu daha iyi tanıma gereği duyar, ona daha yakın bir ilgi gösteririz. Kişinin gönlü sevmeye başlamışsa, insanları, hayvanları, bitkileri, doğayı, yaptığı işleri, hizmetleri ve iyilikleri seviyorsa, Yaradan' da onun gönlüne kolayca inecektir. "Yaradan gönüllerdedir" diyoruz; öyleyse gönül yapan ona yakın olur. Gönül yapmak sevgi ve bilgiyle olur. Bilgisini artırıp geliştiren, hakkı bilip adil olan, hizmet eden, düzenli çalışan, her yaptığı işin hakkını veren, müşfik, merhametli, fedakar ve hoşgörülü olan, öfkesini yenip tahammül ve sabır gösteren, kötülüğe kilit, iyiliğe anahtar olan, tek kelimeyle "Seven" Yaradan'a yakın olur.
Onsuz yapamadığımız, onunla gülüp ağladığımız, her yaşta üzerimizdeki etkisi bir başka olan sevgi. Sevgi, şimdiye kadar spiritüalizmin ve diğer inisiyatik öğretilerin dışında, daha çok duygusal bir etki olarak ele alınmıştır. İnsanlara sürekli "birbirimizi sevmeliyiz" deriz. Sevmenin "karşılık beklemeden vermek" olduğunu söyleriz. Hatta daha da ileri gidip, etrafımızdaki her şeyi, herkesi sevdiğimizden bahsederiz. Fakat biraz ayrıntılı düşündüğümüzde ya da sevdiklerimizden bize bir kötülük geldiğinde, bu sözlerin hiç de doğru olmadığını görürüz. Sevgimiz hemen nefrete dönüşüverir.
Sevgisizliğimizi spiritüel açıdan değerlendirdiğimizde, sevmememiz için hiçbir sebebin olmadığını görürüz. Bize bilmeden iyilik yapanlara, bilerek, iyilikle, sevgiyle karşılık vermeyi kendimize görev bilmeliyiz. Sevgi bir enerjidir ve bu enerjinin kullanılışı kişinin idrak düzeyine göre değişir. İdrak ise ancak bilgiyle mümkündür. Yani insanların birbirini sevebilmesi ancak yeterli bilgiye sahip olabilmesine bağlıdır. Yeterli bilgiden kasıt, dünya ve öte dünya bilgisi, Yukarı'nın bilgisidir. Birbirine paralel güçte ruh ve madde bilgisidir. Tekamülün bir amacı da sevgi enerjisini bünyemizden giderek daha çok geçirmektir. İşte sevemeyişimizin nedeni de budur.
Sevgi evrensel ve sınırsız bir güçtür. Evrendeki her şeyi kapsar. Ancak tüm varlıklar, kendi tekamül düzeylerine göre bu ilahi kudretten alabilirler. Sevgi ve sevgisizlik ruhsal bir olay olduğuna göre, sevgisizliği meydana getiren sebepleri de ruhta aramak gerekir. Bu açıdan bakıldığında sevgisizlik, bir insan için tümüyle doğal olmayan bir hastalık halidir. Ruhsal İdare Mekanizması'ndan aşağılara doğru akan enerji sevgidir. "Lokal sevgi" tatbikatlarından, "Genel sevgi" tatbikatlarına geçtiğimiz zaman sorumluluk duygusunu alırız. İşte o zaman kozmik bir şuura ulaşmaya başlıyoruz demektir. Bu gizli güç yani sevgi, varlığın varoluşu ile beraber sahip olduğu Tanrısal bir güçtür. Bu yüzden Yaratılış, sevgi enerjisinin bir sonucudur. İnsanlık olarak biz şimdiye kadar sevgiyi, bir duygu zannederek, duygusal tatminlere yarayan bir rahatlatıcı olarak ele aldık. Sevgi ile sempatiyi birbirine karıştırdık. Bazılarını sevip, bazılarını göz ardı ettik.
Ruhsal sevgiye ulaşmak için bazı takıntılardan kurtulmak gereklidir. Örneğin; kibir, açgözlülük, kıskançlık, bencillik, korku gibi duygulardan. Ben duygusu atılmalıdır. Sevgi tüm evreni kapsar, nerede yaşam varsa, orada sevgi vardır. Ancak insani sevgi, sayısız arzulara sahip olan ego şuuru ile tezahür eder. Bu seviyedeki kişi, o objeye, o şeye sahip olma isteğiyle yanıp tutuşur. Kendine ve karşısındakine düşünmeden zarar verebilir. Saf bir sevgiye "Evrensel" bir sevgiye ulaşmak kolay değildir. Hazırlık devresi ister. Hoşgörülü olmak, ıstıraplara dayanıklı olmak, kişilerin iyi yanlarını görmek bu devrenin özellikleridir. Evrensel sevginin kaynağı Yukarısıdır. Ruhsal sevgide bireysellik kaybolur, bütünsellik doğar. Ruhu madde alemine çeken şey sevgidir. Evrendeki bütünlük ve uyum sevgi enerjisinin yapıştırıcı ve birleştirici gücünden kaynaklanır. Sevgi ruhun dualite alemine yansımasıdır. Tüm varlık sistemleri sevgi enerjisi ile mevcuttur. Sevgi güçlendikçe, yaratıcılık üretir. Sevgi, yaratıcı bir güçtür. Sevgi, şuur alanlarının, biyomanyetik alanların temasından meydana gelen bir ahenktir.
Otomatizma içerisinde yaşayan insan bedensel ve duygusal reflekslerle sever. Mekanik insan sevgisi duygusal ve bedensel tatminlerden oluşur. Otomatik cevaplar gerçek sevgi enerjisinin bünyeden geçişini engeller. Genellikle duygularımızın kontrolü altındayızdır. Özellikle sevgi söz konusu olduğunda, sevgi ile duygusallığı birbirine karıştırırız. Gerçekte duygusallık bir sevgi tezahürü değildir. Duygusallıkta; sevmek, şefkat göstermek ve özellikle "birlik" fikirleri bulunmaz. Çünkü duygusal sevgi, beklentilere ve tatminlere bağlıdır. Beklentiler karşılanmadığında, duyulan sevgi ilgisizliğe ve hatta nefrete dönüşebilir. Beklentiler karşılandığında ise karşısındaki ile özdeşleşmeye başlar. Akıl duygulardan sonra geldiği için artık kullanılmaz hale gelmiştir. Sevdiği şeyi yitirmemek için her şeyi çiğner. Bir süre sonra sevdiğini düşündüğü kişi de tatmin etmiyorsa, hevesini almış ve onu çoktan bir tarafa atmıştır. Bu sevgi değil sadece sahip olma isteğidir. Gerçek sevgide sahip olma duygusu yoktur.
Nefsani bir sevgi duyan varlık, sürekli ıstırap çeker. Sevmek, özgür irade yasalarına uymalıdır. Sevgi, karşısındakinin özgürleşmesine izin vermektir. Gerçek sevgi yargılamaz. Her şeyi olduğu gibi ve "BİR" kabul eder. Gerçek sevginin içinden geçmesini ve bunu yansıtmayı başaran kişi evren ile uyum halindedir.
İnsan aldıkça vermek zorundadır, fakat verdikçe almak zorunda değildir. Verdikçe almayı beklemeyen, ihtiyaç hissetmeyen, böyle bir arzu taşımayan insan, gerçekten seven insandır. İnsan aldıkça vermek zorundadır. Hiç bir şey almadan vermek nasıl olurdu acaba? Örneğin insanın bir arkadaşı hasta olsa, ya da gözleri kör olsa ona ne kadar süre bakabilir, ya da ne kadar süre yardıma devam edebilir? İşte yönetici sistemin gücü budur, daima verir, bizim yetiştiğimizi görmek, onların almasıdır.
Yardım etmek, karşılık beklemeden sevmek, bir şey beklememek sevgidir. İnsan sevgiyi önüne konan modellerle anlayacaktır. Dünyadaki hayvan sevgisi, bitki sevgisi, anne sevgisi, sevginin küçük modelleri ve alıştırmalarıdır. Çocuk önce anneyi sever, sonunda anne ya da baba olur, o da çocuğunu sever. İnsanlar verme olayını böyle öğrenirler. Önemli olan sevgiyi herkese, her şeye verebilmektir.
Sevgiler birbirinin içine girmiş maketlerdir. Biz sevdiğimizi zanneder ve herkesi seviyoruz deriz. Ancak o kişilerden bize küçük bir sitem, kötülük gelse, hemen sevmekten vazgeçeriz. Sevgimiz nefrete dönüşür. Oysa kötülük gelince de sevmeliyiz.
SEVGİNİN VARLIĞA NE GİBİ YARARLARI OLUR?
Sevmesini bilen insan pozitiftir, negatif enerji yayını yoktur. İçsel bir huzura ve rahatlığa ulaşmıştır. Sevmenin yararı negatif yayından, nefretten kurtulmaktır. Sevginin varolduğu yerde nefret, nefretin varolduğu yerde sevgi olamaz.
Sevgilerin en yücelerinden biri, en derini dost sevgisidir. Dost sevgisi, kişinin başkasını kendinde, kendini başkasında bulmasıdır. Seven insan esirgemez, esirgeyemez. İnsandaki yaratıcı gücü besleyen sevgidir. Tüm buluşların özü sevgidir. İnsanlara sevgiyle öğretmek, onları sevgiyle eğitmek, gerçek uygarlıktır. Sevgi, kişinin düşünce alanını genişletir. Sevgi vermek, karşıdakinin eksiğini tamamlamaktır. Kainat yasasının, dayanışmasının dünyadaki adı sevgidir.
EVRENSEL SEVGİ
Evrensel sevgi maddeden değil, ruhtan doğar. Bu aşamaya gelebilmemiz için, almadan vermeyi öğrenmek zorundayız. Çünkü Evrensel Sevgiye ancak, hizmetle, almadan vermekle varılır. Hizmet, ruhun yegane değer ölçüsüdür. Balzac "Sevgi meleklerin hayatıdır" demiş. Demek ki, Evrensel Sevgi insanın kendi kendini aşmasıdır. Kainattaki her şey bize verilmiştir, bizim içindir. Yeter ki biz, toplum olarak o cömert vericinin karşısında iyi bir alıcı olalım.
Evrensel sevgiye varış yolu merhaleler halindedir. Geçici gönül ilişkileri, sevgi denemeleri, fedakarlıklar, merhamet, hoşgörü, bize bu hazırlık devresi içerisinde olduğumuzu belirtir. Bunlar, bu dönemin işaretleridir. İşte bu yüzden bilinçli bir evlilik, maddesiyle, duygularıyla, olaylarıyla beliren, ilahi bir birliğe, oluşuma iştirak etmektir, katkıda bulunmaktır. Evrensel sevgiye hazırlık döneminin bir unsuru da merhamettir, vicdanlı olmaktır. Ancak buradaki merhamet, sabır, şefkat, hoşgörü ve fedakarlığı içerecek şekilde geniş anlamlıdır.
MAKUL VİCDAN SEVİYESİ VE SEVGİ
Dünyamız insanının açık şuurla sevgisinin muhatabını seçebilmesi imkansızdır. Çünkü dünya insanının sevgisi hislerinden doğar, aklıyla büyür ve vicdanıyla olgunlaşır. Bilinçli bir kademe olan makul vicdan ise, insanı dünyada ulaşması gereken en ideal, en yüksek nihai
seviyedir, sevgilerin en yücesini ve en gerçeğini tattırıp, yaşatarak, insan varlığına dünyayı terk ettirir. Çünkü sevgi, insanın kendi kendini aşmasıdır.
SEVGİYE METAPSİŞİK BİR BAKIŞ
Sevgi evrende bulunan bir güçtür. Bunun bir kudret tarzında oluşu, sevginin her şeyi ve her yeri kaplamasıyla alakalıdır. Bu güç sınırlı bir güç değildir. Bu güç varlıkların dışında mevcut olan ve tüm varlıkları kendi bünyesi içine alan ve varlıkların kendi tekamül düzeyine göre yorumlanan,tezahür ettiren bir güçtür.
Sevgi ilahi bir özelliğe sahiptir. Her şeyin temelinde sevgi vardır. Bu evrensel çekim yasası insanda sevgi şeklinde tezahür eder. "Seviyorum, sevmiyorum" "hoşlanıyorum, hoşlanmıyorum" sözleri tamamen rölatif kavramlardır. Bu tamamen kişilerin yaşam devreleriyle ilgili kavramlardır. Bunlar, şuur düzeyinin sonuçlarıdır, yorumlarıdır. Böylece insanlar arasında farklı seviyelerde sevgi örnekleri, anlayışları ortaya çıkar. Bunun sebebi, insanın algıladığı sevgi gücüne karşı gösterdiği dirençtir. Aslında bu etki, sevgi enerjisi, her yere güneş ışığı gibi aynı şekilde dağılır. Hepimiz biliyoruz ki, elektrik akımının bir demirden geçişi ile, altından, platinden geçişi arasında çok fark vardır. Madenler asallaştıkça kayıplar azalır, geçirgenlik gücü artar. Kayıplar giderek sıfıra yaklaşır.
"Komşunu seveceksin" bir direnç örneğidir. "Herkesi seveceksin" ifadesi, bakırdan gümüşe, altına geçiş gibi daha genişlemiştir. "İnsanlar kardeştirler" ifadesi, tüm dirençlerin kalkmasını anlatır. İşte varlığın direnci, azaldıkça, sevgiyi çekme kabiliyeti de artar.
Sevmek evrensel bir mecburiyettir. Hiç bir varlık bunun dışına çıkamaz. Bu bir gerekliliktir. İnsan yaratılışı itibarı ile bunun dışında hareket edemez. İnsanların haklarına saygı göstermek, onların tekamüllerine engel olmayıp, yardımcı olmak, hoşgörülü ve sabırlı olmak; hepsi sevginin tezahürüdür. Eğer biz bunları yapamıyor, tamamen çıkarcı bir sevginin içinde kalıyorsak, ki insanlık bugün bu durumdadır, kendimizi tanıdığımız ve iyi yolda olduğumuz pek söylenemez.
SEVGİSİ ARTMIŞ BİR İNSAN NASIL OLUR?
Bu kişilerin davranışları pozitifleşir, özverili olur, düşünce ve davranışları vericidir.
Almadan vermeyi öğrenmiştir.İç güzelliğini dışarı yansıtma uygulamasındadır. Kendi kendine enerji üretmeyi öğrenmektedir. Kendi kendine yeten, verici bir varlık durumundadır. Bu insan, yardımsever, hoşgörülü, merhametli ve adildir. Kişisel etkileme gücü artmıştır.
Pozitif enerji yayını olduğundan, pozitif düşüncelerinden ötürü kişilerde sakin bir etki uyandırır, rahatlatır. Aydınlatıcı, sakinleştirici, ümit ve cesaret verici, teselli ve sevgi
dağıtıcı bir rol oynar. Bunlar psişik tezahürlerdir. Bu kişiler eğer sürekli toplum içerisinde bulunuyorsa, başkalarına antipatik geldiklerini görmek mümkün değildir. Bu insanda genişlemiş bir varlık sevgisi doğar. Yani artık insan farkı gözetmeksizin, cinsiyet, inanç farkı gözetmez. Kendisinde mistik bazı tezahürler ortaya çıkar. Sufiyane bir deyimle, Tanrısal bir cezbeye girer.
SEVGİYİ 3 ŞEKİLDE İNCELEMEK
1) Aldığı kadar vermeyenler : Bunlar bencil ve çıkarcı sevgi uygularlar, dirençleri çoktur.
2) Aldığı kadar verenler : Bunlar sevgi tacirleridir. Orta dirençli varlıklardır. Ne alırlarsa onu verirler. Hiç almazlarsa, hiç vermezler yani Al gülüm ver gülüm diyenler.
3) Aldığından fazlasını verenler : Bunlar dirençleri çok azalmış varlıklardır. Kendileri sevgi enerjisi üretebilirler.
Onsuz yapamadığımız, onunla gülüp ağladığımız sevgi.
Her yaşta üzerimizde etkisi bir başka olan sevgi.
Çocukluk yaşlarımızda yoksun kaldığımız zaman, ileri yaşlarda pek çok psikolojik rahatsızlıklara, bunalımlara neden olan sevgi.
Hakkında pek çok filmler çevrilen, şiirler yazılan, uğruna canlar feda edilen sevgi.
Özetle sevgi, Spiritualizmin ve diğer inisiyatik öğretiler dışında daha çok duygusal bir etki olarak ele alınmıştır.
Sevgiyi neye göre sınıflandıracağız?
Sevgi bir enerjidir.
Sevgi enerjisinin cezbedilişi, kullanılması, kişinin idrak düzeyine göredir.
Neden sevemeyiz? Sevgimiz neden sınırlıdır?
Bunlara cevap veremezsek, sevgiyi anlayamayız.
Tekamülün bir amacıda, sevgi enerjisini bünyemizden daha çok geçirmektir. Başka bir ifade ile, sevemeyişimizin bir nedeni de, evrensel sevgi enerjisini bünyemizden yeteri kadar geçirememektir. Sevgi enerjisini kullanabilen bir varlık, kozmik tesirlerin bünyesine adapte olmasına elverişli bir zemin hazırlar. Toplu halde yaşamanın bir anlamı, Kainatı saran sevgi enerjisini tezahür ettirmek, ona işlerlik kazandırmaktır. Ancak bu şuurlanma ile mümkün olur. Şuurlanmak, varlığın yanılgıdan kurtulması demektir.
SEVGİSİZLİK
Bütün evreni dıştan içe doğru saran sevgi enerjisi, varlıklar tarafından çeşitli şekillerde tezahür ettirilmektedir. Buna rağmen, günlük yaşamımızda insanların birbirlerini sevmediklerini gözlemlemekteyiz. Peki insanlar neden birbirini sevemez? Bu güçsüzlük, bu negatif durum neden ortaya çıkıyor?
Sebeplerden birisi otomatik yaşamaktır. Otomatik yaşam, hayatı kurulu bir düzen halinde, belli bir programı aynen tekrarlayan bir sistem gibidir. Gurdjieff'e göre insan kendini tanımayan ve kontrol edemeyen bir makinedir. Davranışları ve cevapları mekaniktir. Elimiz yandığı zaman elimizi geri çekmemiz, taş atıldığı zaman başımızı eğmemiz birer mekanik tepkidir. Aynı şekilde, şartlanmış olduğu bir fikri benimseyerek refleks tarzında karşılıklar verir. Tıpkı bitki köklerinin suya yada rutubetli yere doğru kendiliğinden yönelmesi
gibi. İnsan da, "sev seni seveni" gibi otomatik ifadelerde bulunur. Otomatik insanın sevgisi bedensel ve duygusal tatminlerden ibarettir. Otomatik replikler bünyemizde dirençler oluşturur ve bu yüzden de sevemeyiz.
İkinci sebep dış tesirlerdir. Çağımız insanını dış tesirlerin yönettiğini açıkça görebiliriz. Tıpkı rüzgara yakalanmış bir yaprağın salınımlar yapmasına benziyoruz. Ailenin ve toplumun baskılı şartlandırmaları bir takım akli kontroller de gelişimimize engel olmaktadır. Gelişemediğimiz içinde sevgi enerjisini bünyemize alamıyoruz.
Dış tesirler arasında toplumsal gelenek ve görenekler, moda, dinler, radyo, TV ve yayınlar yoluyla yapılan reklamlar da bulunmaktadır. Tüm bu mekanik sistemler insanı maddesel rahatlık ve mutluluk peşinde koşturur, doğallık ilkesinden alıkoyar.
Toplum, insanın neyi sevip sevmemesi gerektiği konusunda onun adına karar verir hale gelmiştir. Bu durum kendimizi tanımamıza, dolayısıyla kendimizde mevcut birtakım enerjetik akışların doğal bir şekilde hareket etmesine engel olmaktadır. Bu engelleniş ise sevgi ile hareket etmemize veya bir sevgi düşüncesinin zihnimizde oluşmasına imkan vermemektedir.
Bir diğer direnç kaynağı da duygusallıktır. İnsan mantıklı ve muhakemeli hareket yerine, duygusal hareket etmeye meyillidir. Duygularımız bizi daha fazla kontrol altında tutar. Duygusallığımızla övünür ve sevgide duygusallık payının ne kadar çok olduğunu anlatmaya
çalışırız. Halbuki duygusallık bir sevgi tezahürü değildir. Duygusallıkta sevmek, ilgilenmek, şefkat ve acıma, birlik "ben ve o biriz" fikri bulunmaz. Çünkü bu konulara duygusal olarak yaklaştığımızda, başka bir duygusal durum bunları hemen sarsıp yıkabilir. Beyaz olarak düşündüğümüz bir nokta duygu değişimi yaşadığımızda siyaha dönüşebilir, sevgi zannettiğimiz şeyde nefrete. Tatmine ve almaya dayanan duygusal sevgi, kararsız ve değişken bir sevgidir. Duygusal sevgiye duygusal tatmin demek daha doğrudur. Çünkü beraberinde bencillik, kıskançlık, alınganlık, öfke ve nefreti de getirir.
Sevmemize engel bir diğer unsur benliklerimizdir. Evde, sokakta, iş yerinde, okulda gerçek ben'imiz değil, hepsi duygularıyla ve çıkarlarıyla davranan çok sayıda ben'lerimiz bizi yönetir. Kendimizi değiştirip bulunduğumuz ortamın gerektirdiği düşünce ve şekil düzeyine getiririz. Her bir ben'in belirli bir rolü vardır ve küçük ben'lerin sevgisi de küçüktür. Küçük çıkarlara ve tatminlere dayanır ve bunun gerçek sevgiyle uzaktan yakından ilişkisi yoktur.
İnsan bünyesinden sevgi enerjisinin geçişine engel oluşturan en büyük etken, olumsuz duygu ve düşüncelerdir. Çünkü insanın içinde kin, nefret, kıskançlık, kibir, alınganlık, vesvese, şüphecilik, korku, hatta aşırı hayranlık ve özenme olunca sevgi tezahür etmez. Olumsuz duygu ve düşüncelerin kaynağı korkudur. Bu sadece fizyolojik değil, ayrıca yaşayış düzenindeki herhangi bir değişikliğe karşı olan korkuları da kapsar. Bazı insanlar ölümden korkmaz ama mahrum olmaktan korkar. Elbisesinin olmaması, arkadaşlarının terk etmesi, aç kalması, hor görülmesi, bulunduğu mevkiden düşmesi gibi... Bu korkular da sevgi akışının bünyemizden geçişine engeldir. Günümüzde, herhangi bir yerde bir insanla göz göze gelmek, merhabalaşmak, hatır sormak bile bir korku haline gelmiştir. "Acaba bunun arkasından bir şey mi çıkacak?", "Benden çıkar mı umuyor?" gibi türlü şeyler düşünürüz. Çünkü korkular güvensizliği de yaratır.
Sevgiye engel olan bir diğer etken de özdeşleşmeler, eş koşmalardır. Çağımız insanının en büyük zaafı, kendi öz varlığı dışındaki objelerle kendini bir tutması, özdeşleşmesidir. Böyle biri kendi varlığını unutmuştur. Özdeşleştiği objeyle sevinir, onunla üzülür. Örneğin; tuttuğu takım kazanırsa kendi kazanmış, kaybetmişse kendi kaybetmiş gibi olur. Eş koşmalar çoğu kez gelişmemize engel olur ve hayatı çekilmez kılar. Kişinin, kendisini "Sevdiği ev, çiçek, köpek, sevgili, bankadaki para, giydiği elbisesi, oturduğu makam koltuğu, iktidarı..." gibi görmesi bir putperestliktir. Bunların hepsi belli bir zaman süreci içinde hareket etmek zorunda olan olgulardan ibarettir. Eş koşmanın daralmış yoğun ilgisi sevgi değil, o obje üzerinde hegemonya kurmaktır.
BENCİLLİK
Benciller dikenleri karşılıklı birbirine batan kirpiler gibidir. Bir toplumda herkes birbirinden sorumlu, herkes birbirine ve topluma borçludur. Gerçek insanlığın şartlarından birincisi İlahi düzene saygı duymak, ikincisi başkalarını sevmek onları düşünmek, üçüncüsü topluma bir şeyler verebilmek için çalışmak, bilgisini artırmak ve kendini yükseltmektir.
Bir kimse herhangi bir kişiyi yürekten ve gözleri yaşararak sevebiliyorsa o sevgiden Allah sevgisine geçmesi kolaydır çünkü onun eserini seven onu sevmektedir. Örneğin; caddede karşıdan karşıya geçmek isteyen bir yaya dakikalarca bekler hiç bir araç ona yol vermez. Birisi insafa gelip yol verecek olsa arkadan gelen araçlar niye duruyorsun manasında korna çalmaya başlarlar aynı ruh hali yayalarda da vardır. Hiç düşünmeden aracın önüne atlar o dursun diyerek caddeyi rastgele yerlerden geçmeye kalkarlar. Vasıtadakiler yayalara, yayalar da vasıtadakilere kızarlar. Öyle bir bencillik yarışı başlamıştır ki menfaatine dokunan feryadı basar.
Yaradan'a ve onun düzenine saygı duyan kişi kendisinin o düzenin bir parçası olduğunu bilir ve o düzenin diğer parçaları olan diğer insanlara sevgi, saygı ve yardımın gerekliliğini de kolayca idrak eder. Önce senin ve sizlerin dileği ve çıkarı olsun diyen kişi topluma karşı borcunu en iyi şekilde ödemeye başlamış demektir. Böyle bir davranış "hayır senin dediğin değil, benim dediğim olacak" tarzındaki çatışmaları da peşinen önlemiş olur. Önce senin dileğin olsun diyen karşısındakinin gönlünü kolaylıkla fetheder. Onu da aynı güzel davranışa yöneltmiş olur. Önce sen diyenler bir toplumda çoğalınca orada aç, yoksul, işsiz kalmaz, kavga dövüş son bulur.
Her şeyi sahiplenmek yani bencillik bilgisizliktir. Çocuklar terbiye ve eğitimle bilgisizlikten yavaş yavaş kurtulurlar. Çocuklarını eğitmeyen onun bencilliğine, her şeyi almasına bağırarak, ağlayarak her şeyi sahiplenmesine engel olmayan ebeveynler çocuğun gelişmesini geciktirmekte ve zorlaştırmaktadırlar. Çocukken sevgi ile, açıklayarak, çocuğu överek o davranışın yanlışlığı çok kolay öğretilebilir. Örneğin çocuğa denebilir ki "sen iyi bir çocuksun, kimseye haksızlık yapamazsın, o senin değil başkası sana verirse alabilirsin" . Bunu kızmadan, dövmeden ama çok kesin bir dille söyleyin. Haksız ağlamalarına taviz vermeyin, kesinlikle yumuşamayın. Çocuk anlamaz demeyin çünkü onlar her şeyi biliyorlar.
Sevgi övgü ile doğar, övgü ile gelişir. Ancak maalesef birbirini sevmeye başlayan kişiler bu sevginin kendi kendine gelişeceğini ve devam edeceğini zannedip hiç bir gayret göstermezler hatta kendi sevgimizin devamı da sevdiğimiz kişileri övmemize bağlıdır çünkü övdüğünüz kişinin sevilmeye layık olduğunu bir iç yargı ile düşünür ve kabul edersiniz. Yerdiğiniz ve kötülediğiniz kişinin de artık sevginize layık olmadığını düşünmeye başlarsınız. Övgü aslında kendini ikinci planda tutabilmenin ifadesidir. Herkese samimi övgüler yapabilen kişiler nefsini yenmiş, benliklerinden kurtulmaya başlamış, gönlü herkese karşı sevgi dolu olan kişilerdir.
Seni seviyorum demek bunu içtenlikle söylemek büyük bir övgüdür. Karşımızdakinin sevgimize layık olduğunu ve çok değerli olduğunu ifade eder. "Kendini sevmeyen bir insan başkalarını da sevemez". Sevgi, iyilik ve hizmet tohumları ekenler elbette sevgi, iyilik ve hizmet mahsullerini toplayacaklardır kanun budur ne ekilirse o biçilecektir.
KISKANÇLIK
Kıskançlığın temelinde 3 büyük gerilik yatar. Egoistlik, bilgisizlik ve sevgisizlik. Aslında kıskançlık kıskananı da, kıskanılanı da huzursuz eden bir ruh halidir.
Gerçek sevgide kendinden çok sevdiğini düşünmek vardır. Gerçek sevgide sencillik esastır. Gerçek sevgide gönül aydınlık ve açıktır buram buram iyilik ve sevgi kokar. Öyle bir sevgiye ulaşan üstün insan olur. O sevgiye varan herkesi sevgilisi olarak sevmeye başlar. İşte böyle bir insan hiç kimseyi kıskanmaz. Tam tersi en ufak bir başarıya sevinir, alkış tutar.
Kıskanç kişi sevgi yönünden geridir, ilkel kalmıştır kıskançlık ismine uygun bir biçimde kalbin bir kıskaç arasında sıkılmasına benzer. Kıskançlığı ortadan kaldırmamız için öncelikle kıskançlığın normal bir şey olmadığını, bir hastalık ve gerilik olduğunu kabul etmek gerekir. Bunu kabul ettikten sonra kendi değerlerimizi araştırmamız, kendi üstünlüklerimizi görüp, bunları kendimize sesli olarak tekrar tekrar söyleyerek benimsetmemiz gerekir yani kendi kendimize olumlu telkinler yapmalıyız. Sonra kendimizi ele alıp kendi hata ve yanlışlarımızla savaşa gelir sıra. En son olarak da bilgimizi artırmaya, fedakarlığımızı ve sencilliğimizi arttırmaya gönlümüzdeki sevgiyi arttırmaya, kendimizi zorlamamıza sıra gelir. Bunlar zamanla, sabırla yürütülen bir çaba ister. Bu çabaları geciktirmemiz sadece işimizi güçleştirir, yolumuzu uzatır, sıkıntılarımızı arttırır.
Beşer varlığı olarak en büyük vazifelerimizden biri sevgi enerjisini kullanıp dağıtmaktır. Sevgi yapıcı bir enerjidir, var oluş enerjisidir. Sevgi enerjisini bünyemizden geçiremediğimiz sürece sağlıklı bir bedenimiz de olamaz. Hastalıkların büyük bir kısmı kozmik dengeye ulaşamamamızdan ileri geliyor. Sevgi eş koşmayla değil tam tersine terk ile olur. Terk; her şeye ve herkese karşı aklı ve vicdanı kullanarak davranmak, yerinde ve zamanında hareket etmektir. Sevmek tekel altına almak değil, sevilenin özgürce gelişmesine imkan sağlamaktır.
Yaşamın en büyük dramı insanların yok olması değil, sevmekten vazgeçmeleridir. Kendinde bir şeyi bağışlamamışsan, başkasını nasıl bağışlayacaksın?
Bütün kainat birbirine sevgi ile bağlanmış,
sevgini vermesini öğren,
çünkü gönlün anlasın ki hepsine yer varmış,
sevgisiz insandan,
dünya unutma ki korkarmış.
(Mevlana)