ÇANAKKALE-TRUVA (TROYA)

Not: Üniversite'de Güzel Sanatlar dersi ödevimdi. (Zeze)

Troya yada Fransızca okunuşundan dolayı Truva olarak da bilinir. İki kıta arasında ticaret yolu üzerinde yer alan, Anadolu Yarımadasının kuzeybatısında Çanakkale’nin yaklaşık 30 km güneyinde, Çanakkale boğazının Ege denizine açıldığı noktadan 6 km içerideki Biga ilçesi İntepe bucağına bağlı Kara Menderes’in oluşturduğu kıyı ovasına hakim Hisarlık köyünün bulunduğu yerde İlkçağda kurulmuş höyük tipi yerleşmedir. 200 m uzunluğunda ve 150 m genişliğindeki höyük, ovadan 31 m, deniz düzeyinden ise 38,5 m yüksektir.

Troya İ.Ö 3. ve 2. bin yıllarında canlı bir kültür kenti ve yerleşik tarım topluluklarını yöneten bir krallığın merkeziydi. İ.Ö 13. yüzyılın sonlarına doğru büyük bir yangın geçirdi. Bu nedenle Troya şehri çeşitli istilalardan ve doğal afetlerden büyük zarar görmüştür. Çıkan bu yangının, Homeros’un İlyadasında anlattığı ünlü Troya Savaşının sonunda çıktığı düşünülmektedir. Bundan sonra yeniden imar edilen kent İ.Ö 1000 yıllarında terk edildi. İ.Ö 700 yıllarında Yunanistan’dan gelen göçmenler Troya’ya yerleşmeye başladılar. Bu yeni yerleşim İlion adıyla İ.S 5. yüzyıla değin sürdü. İ.Ö 6. yüzyılın sonundan başlayarak bölgeye sırasıyla Persler, Büyük İskender, Selevkoslar, Pergamon krallığı ve Romalıların yağmaladığı kenti aynı yıl Romalı general Sula yeniden kurmaya girişti. Augustus ve daha sonraki imparatorlar sağladıkları ayrıcalıklarla kentin gelişmesinde rol oynadılar. İ.S 330’da İstanbul başkent ilan edildikten sonra İlion yavaş yavaş geriledi ve unutuldu.

Bir zamanlar deniz kıyısında yer aldığı anlaşılan Hisarlık’ın Troya olduğu ilk kez 1822’de Charles Maclaren tarafından ortaya atıldı. Deneme niteliğindeki ilk kazı 1865’te ABD konsolosu Frans Calvert tarafından yapılmıştır. Calvert 1868’de Hisarlık’ı Heinrich Schliemann’a tanıtmış, o da burasının Troya olduğunu kanıtlamak için kazılara başlamıştır. Sistemsiz ve bilimsellikten uzak bir biçimde yürütülen bu kazılar kent kalıntılarının önemli ölçüde yok olmasına neden olmuştur. Schliemann’ın amacı, Homeros’un destanlarında adı geçen görkemli Truva kentini bulmaktı. Höyüğün üstündeki Roma kalıntılarını kaldırdı ve alttaki zemine ulaşıncaya kadar höyüğü boydan boya yardı. Troya’nın Ege ve Batı Anadolu Uygarlığına ışık tutacak önemli buluntularını gün ışığına çıkardı. Onun arkeolojiye en büyük katkısı, höyükte üst üste birçok yerleşme bulunduğunu ve her yerleşmenin ayrı bir kültüre ait olduğunu fark etmesidir. İlk kez onun uyguladığı bu yarma tekniği arkeolojiye katmanlaşma kavramını ve höyük kazısı yöntemini kazandırmıştır. Schliemann, höyüğün 1873’te kazdığı II. katında çok zengin maden buluntuları veren bir yerleşmeyle karşılaşmıştı. Bu kazılarında yanmış olan kent kalıntıları içinde altın süs eşyaları buldu. Bu kalıntıların Truva kenti buluntularında son Truva kralı Priamos’un hazinesi olduğunu sandı. 1871-73 ve 1878-79’daki ilk beş kazıyı gerçekleştiren Heinrich Schliemann 1882’den sonra iki kazı daha yapmış elde ettiği bilgileri Trojanische Altertümer ( Troya’nın eski yapıtları), Troja und seine Ruinen (Troya ve kalıntıları) ve Troja adlı kitaplarında toplamıştır.

Schliemann, amaçları doğrultusunda hazine avcılığı yapmakla suçlanmıştır. Bu suçlamalar, Türk yetkililerin güvenini kötüye kullanmak gibi kimi yönleriyle doğruluk payı taşımakla birlikte aslında Schliemann çoğunlukla iddia edildiği gibi altın arayıcısı değildir. Tersine amacı, yerleşim kalıntılarını gün ışığına çıkarmaktı. Ancak kıa sürede tabakaları ayırmayı öğrenmiş bunun için belli özelliklere sahip çok sayıda seramikten yararlanmıştır.

Daha sonra kazıları Wilhelm Dörpfeld sürdürdü ve höyükteki dokuz mimari tabakayı belirledi. Mimar ve araştırmacı Wilhelm Dörpfeld, araştırmacı ve antik yapıt koleksiyoncusu Frank Calvert, patolog, antropolog ve tarih öncesi arkeologu Rudolf Wirchow ile beraber Schliemann’ın çalışmalarına destek olmuşlardır. Hisarlık’ ta yapı evreleri özellikle Dörpfeld’in gözlemlerine dayanılarak, aşağıdan yukarıya doğru I’den IX’a kadar sayılarak numaralanmıştır. Wilhelm Dörpfeld yaptığı kazıların sonuçlarını Troja und İlion(1902) adlı kitabında yayınlamıştır. Daha o yıllarda o bölgede çeşitli bilimsel araştırmalar yürütülmüştür. Troia ve çevresinin incelenmesi sırasında Paşa tepe, Sivritepe ve çevredeki öteki Tümülüsler gibi Hanay Tepe ile Karaağaç Tepe yerleşim yerlerinde de kazı yapılmıştır. Troia kazıları dünya kamuoyunun da arkeolojik çalışmalara karşı geniş ilgi uyandırmış, Schliemann’ın kazılarından elde edilen deneyim kazıbilimi (arkeoloji) için yol gösterici olmuştur. Bu kazıların sonuçları günümüze değin özellikle Batı Anadolu ve komşu bölgelerde yapılacak araştırmaların temelini oluşturmuştur. 19. yüzyıl kazılarının buluntuları İstanbul, Atina ve Berlin müzelerine girmiş, Berlin’deki toplam 10 bini aşkın buluntunun kopyaları, öğrenim amacıyla 37 üniversite ve müze koleksiyonuna verilmiştir. II. Dünya Savaşından sonra Berlin’deki parçaların en değerlileri kaybolmuş, bir bölümü de yangınlarda hasara uğramıştır.
Bir dolgu ovası olan Beşik Koyu’nda 1924’te küçük kazılar yapılmıştır. Troia’nın Ege kıyısındaki limanı olan Beşik koyu, antik kentin 8 km güneybatısında yer almaktadır. Üvecik tepe ve Sivritepe Tümülüslerinde , Dörpfeld, Oskar Mey ve Martin Schede kısa incelemeler yapmışlardır.
Troia’da 1932-38 arasındaki yedi kazı döneminde gerçekleştirilen çalışmalar, Cincinnati üniversitesinden Carl W. Blegen (1887-1971) tarafından yönetilmiştir. Bu kazılarda daha çağdaş kazı teknikleri kullanılmış ve höyük, 46 yapı katına ayrılmıştır. Bu kazıların sonuçlarını Troy: Excavations Conducted by the University of Cincinnati 1932-38 (4 cilt ; Troya: Cincinnati Üniversitesince yürütülen kazılar, 1932-38) adlı kitapta toplamıştır. Aynı dönemde Troia çevresinde de araştırmalar yapılmıştır. Hamit Zübeyir Koşay’la birlikte yapılan Kumtepe kazılarının yanı sıra Karayurt tepe, Ballıdağ ve Eski Hisarlık Kazıları bunlar arasında sayılabilir. Buluntular İstanbul ve Çanakkale müzelerinde korunmaktadır.

1981’den başlayarak Troia limanı çalışmaları, Tübingen Üniversitesi ve Alman Arkeoloji Enstitüsü adına Manfred Korfmann başkanlığındaki bir ekip tarafından yeniden ele alınmıştır. Özellikle Alman Araştırma Derneği tarafından da desteklenen bu çalışmalar önce kapsamlı bir yüzey araştırmasıyla başlamış ve 1982’den 1987’ye değin koyun kuzeyinde her yıl yapılan kazılarla sürmüştür. 1988’deyse Troia kazıları 50 yıl aradan sonra yeniden başlatılmıştır.

Troia’da her biri üçer ay süren 17. ve 18. kazı dönemlerinde ağırlık noktaları aşağıdaki konularda toplanmıştır:
- Troia Kalesinin iç ve dışındaki topografik çalışmalar,
- Fotogrametri ve manyetik ölçümlere ilişkin belgelemeler,
- “Schliemann Yarması” adıyla bilinen kuzey güney yarmasında Troia I kalıntılarının temizlenmesi ve belgelenmesi,
- Yarmanın kuzeyinde Troia I evresinde yapı katlarına ait binaların ortaya çıkarılması,
- Troia III ve Troia IV evrelerine ait buluntuların açığa çıkarılması,
- II. A Megaronu’nun üstündeki toprak tepenin kaldırılması,
- Troia VI sur duvarının önünde ve arkasında, Schliemann Yarması’nın güney uzantısında, surun kesin tarihlenmesi ve yenileme evrelerinin saptanması amacına yönelik çalışmalar,
- Büyük A Tiyatrosunda (Roma, Helenistik) çalışmalar,
- Helenistik ve Roma dönemlerine ait Aşağı Kent Bölgesinde sondajlar,
- Troia I kalıntılarının restorasyonu,
Bu yerin coğrafi açıdan elverişli konumu, 3 bin yıl önce her zaman yerleşim alanı olarak seçilmesinin nedenidir. Bölgede yapılan kazılar, kentin üst üste dokuz kez kurulduğunu göstermektedir. Bunlardan;

Troia I: İlk Tunç çağı başlarında tarihlenen bu ilk yerleşmeler 10 yapı katına ayrılır. Burası balıksırtı biçiminde taştan örülmüş güçlü bir sur duvarıyla birkaç kez tahkim edilmiş bir köydür. Girişin iki yanında dört köşe kuleler vardır. Yapılar taş temel üzerine kerpiç duvarlıdır. Yer yer megaronlar görülür. Ortaya çıkarılan ön avlulu, ocaklı bir ev megaron türünün en eski ve öncü örneklerindendir. Yan yana sıralanmış uzun, büyük evlerden oluşan bu yerleşimin halkı tarım, hayvancılık ve balıkçılık yapmaktaydı. El yapımı, koyu renk pişmiş toprak kaplar, çanak çömlek, Kuzey Ege ve Marmara Denizinin kıyı bölgeleri boyunca yayılmış olan bu kültüre özgüdür. Çanak çömleği ve el yapımı bezemesizdir. İlk kez bu yerleşmede insan yüzü biçiminde kaplarla karşılaşılmaktadır. Çakmaktaşından ve opsidyenden bıçaklar, bakır iğneler, deliciler, dikiş iğneleri, dokuma tezgahları ve ağırşaklar öteki buluntular arasında belirtilebilir. Kemikten yapılan alet ve hançerlere de rastlanır. Troia I’in ticaret ve kültür ilişkileri Akdeniz, Avrupa ve Anadolu’ya kadar uzanmaktaydı. Bu yerleşme yangınlarla son bulmuştur.

Troia II: Truva I kültürünü kesintisiz olarak sürdüren ve kalıntılar bakımından en zengin olan yedi evreli bir yerleşmedir. Kent yaklaşık 330 m uzunluğunda taş temel üzerine kerpiçten inşa edilmiş bir sur duvarıyla çevriliydi. Yedi yapı katından ve sur duvarının çok sayıda yenilenmesinden sonra her şeyi tahrip eden bir yangın yaşamıştır. Bu “Yanık kent” tarih öncesi arkeolojisinin en çarpıcı anıtlarından biri sayılır. Bu kent başlangıçta Homeros’un betimlediği İlios yada Troia sanılmış; ancak Schliemann kazılarının ilerlemesiyle bu yanılgısının farkına varmıştır. Söz konusu kentin tarihinin İlios kentinden 1000 yıl daha eski olduğu anlaşılmıştır. Kentin güneydoğu ve güneybatı girişleri gösterişli birer giriş holüne sahiptir. Güneybatı girişinin önünde taş döşeli bir rampa bulunur. İç bölümün ayrı bir girişi ve üstü örtülü sütunlardan oluşmuş bir duvarı vardır. Bu bölümde girişi sahanlıklı uzun büyük yapılar(megaronlar) yer almaktadır. Toplantı, gösteri ve kültür mekanları olan bu megaronlar antik Yunan tapınaklarının öncüsüdür. Boyutları ve yüzyıllarca kullanılmış olmaları ilgi çekicidir. Bu yapıların yanmış kalıntıları arasından yirminin üzerinde hazine buluntusu çıkarılmıştır. Aralarında Priamos Hazinesinin de yer aldığı buluntular kentin her yönde ticaret bağlarına sahip olduğunu ayrıca o dönemde MISIR ve MEZOPOTAMYA dışında bilinmediği sanılan yüksek nitelikli el işçiliğini belgelemektedir. Bu dönemde çömlekçi çarkının yaygın kullanımı ve metal silah dökümünde seri üretimin, böylelikle askeri gücün önemli bir gereği olan tuncun kullanılması da olağanüstü bir durumdur.

Troia III-V: Troia II’den sonra kültürde ve bir olasılıkla yerleşimde sürekli bir gelişim kaydedilmiştir. İlk olarak Schliemann tarafından kazısına başlanan yerleşim evreleri Amerikalı arkeoglarca üç (Troia III), dört (Troia IV) ve beş (Troia V) yapı katına ayrılmıştır. Çok az kalıntı belgelenebilmiştir. Schliemann’a göre kent aslında küçük evler ve dar sokaklardan oluşan yoksul bir yerleşimdir. Yinede bir olasılıkla hazine buluntularının bir bölümü bu yapı evrelerine aittir. Beslenmede avcılığın ağırlığı belirgin biçimde artmıştır. Çanak çömlekte fazla değişim yoktur. İnsan yüzü tasvirli kaplar ve iki kulplu içki kapları bu dönemin tipik çanak çömleğidir. Son yapı katı yangın sonucu harap olmuştur.

Troia VI: Bu kent tarihte Troia yada İlios adıyla bilinen yerleşimdir. Bir krallık yada prenslik kenti olarak yeniden inşa edilmiştir. Sekiz yapı katı saptanabilmiştir. Kent, yeni bir teknikte yapılmış, 552 m uzunluğunda, 4-5 m kalınlığında şevli bir kesme taş duvarla çevrilidir. İyi işlenmiş ve birbirine uydurulmuş taşlardan oluşan bu duvarın yüzeyindeki testere dişi işlemeleriyle etkileyici bir görünümü vardır. Orta ve son Tunç Çağlarını kapsayan bu evrede yerleşmenin kapladığı alan büyümüş, İlk Tunç Çağı höyüğü bir akropol olarak ayrı bir surla korunmuş ve bunu aşağı kent olarak tanımlanan yerleşme çevrelemiştir. Anadolu’da Hitit, Ege’de Mykenai devletleriyle çağdaş olan Truva VI, çanak çömlek buluntularından anlaşıldığı kadarıyla son dönemlerinde Mykenai’nin etki alanı içine girmiştir.

Troia VII: Tunç Çağının bitimiyle Demir Çağının başlangıcı arasındaki bu dönemde Mykenai ve Hitit İmparatorlukları gelen göç dalgalarıyla yıkılmış, Anadolu karanlık çağ denen 300 yıllık bir karışıklık dönemine girmiştir. Bunun sonuçları Truva VII’de açık olarak görülür: yerleşmeye çok sayıda göçmen gelmiş, evler dsaha küçük bölümlere ayrılmış, surlar aceleyle onarılmış, en son yapı katındaysa Balkanlardan gelen ve kendi çanak çömleği ile kültürünü de beraberinde getiren bir topluluk buraya sığınmıştır.

Troia VIII: 400 yıl sonra Homeros’un yaşadığı dönemde yada daha önce terk edilmiş olan bölgeye Anadolulu Yunanlılar yerleşmiş ve kente İlion adını vermişlerdir. Troia VI yapılarının kalıntıları yeni kurulan bu kentin sur ve yapı duvarlarında kullanılmıştır. Önceleri basit bir yerleşim olan İlion, özellikle 3. yüzyılın başında kutsal kent olarak saygınlık kazanmıştır. Güneybatıda Kybele kalenin en yüksek yerinde dağın tepesinde İlion Athena tapınağı yer alır. Bir olasılıkla Troia VII ve VI kalelerinin ortasındaki yüksek binalara ait son kalıntılar da tapınağın yapımı sırasında kaldırılmıştır. Helenistik dönemde güneyde bir aşağı kent inşa edilse de bu kent Romalılar tarafından yıkılmıştır.

Troia IX: Roma döneminde özellikle Troia’yı kendi atalarının kenti kabul eden İmparator Augustus döneminde Athena Tapınağı yeniden inşa edilmiştir. Güney yamaçta kutsal İlios’un kalıntılarından sunak taşları, toplantı binası ve3 üstü örtülü bir Odeon yer alır. Bunların yakınında sporla ilgili bir yapı ve hamam vardır. Tapınağın bulunduğu yerin kuzeybatısındaki çukurluk , burada büyük bir tiyatronun varlığını işaret eder. İlion kenti MS 3. yüzyıla değin Romalıların koruması altında yaşamıştır. Aşağı kent yeniden inşa edilerek 3.5 km uzunluğunda bir sur duvarıyla çevrilmiştir. Büyük Konstantinos MS 4 yüzyılın başında başkentini önce İlion’da kurmayı planlamış ve yapım çalışmalarını başlatmıştır. 5 yüzyılın sonuna doğru terk edilen İlion’un su gereksinimi İda dağından gelen pişmiş toprak su boruları ve sukemerleriyle karşılanmaktaydı. Roma dönemi mezarlarının bir bölümü de kentin güneydoğusundadır.

Truva Arazisi Eski ve Yeni Topografyası
Edebiyatın doğuşuyla Avrupa bilginleri, Asya kıyılarında İlyada’nın çok başarılı tiyatrosunu bulmak istediler. Bu araştırmalarda onlara rehberlik edecek sadece bir işaret kalmıştı. Bozcaada adını korumuştu ve Truva ovası XVI. yüzyılda, bugünden daha iyi korunmuş olan Alexandria Troas’ın görkemli harabeleri, önce gemicilerin dikkatini çekmişti. Ceneviz ve Venedik kaptanları, harabelerin geniş alanına hakim bulunan binaya “Priam Sarayı” adını vermişlerdi. Bergama’nın yeri ile tarih olarak Homeros’un destanlarına anılarını bağlayan diğer eski eserler, yerlerini olumlu şekilde belirleyen bir Fransız gezginine kadar Truva şehrinin gerçek yeri, şüpheli kalmıştı. Karamenderes nehrinin kaynakları tanındı. Lechevalier’in teşvikleri, Truva harabeleri üzerine yapılan çalışmaların en mükemmel esaslarını oluşturdu. O kadar ki eski yazıların hepsinin ve bütün coğrafya araştırmalarının, önceki çalışma üzerinde söz etmeye değer hiçbir düzeltme yapamayacakları temin edilebilir. Truva kalesinin yeri bir defa iyice belirlenerek nehir yatakları, meşhur tepeler, ve en sonunda Rumların ordu merkezi bu birinci keşfin fazla bir kolu gibi eklenmiştir. Bunun onuru, hep bilgin Lechevalier’e aittir ve onun bu çalışmasıyla, oldukça ilginç ve bugün genellikle kabul edilen bir noktaya ulaşılmıştır ki o da bu Homeros Topografyasında, Rum ve Roma yazarlarının büyük yanlışlıklar yapmış olmalarıdır. Buna son vermek için, şehrin tahrip edilmesi üzerine Eolya halkı, bu olayların geleneğini tamamen kaybettiler demek gerekir. Nehirlerin adları karışarak, hatta İlion’un yeri bile bilinmez kaldı.

Yunan gemileri Truva kıyılarına geldikleri zaman, iki burun arasındaki Hellespont koyunda demirlediler. Simois ile Karamenderes’in birleşen suları, bu noktada denize dökülüyor ve Rumlara çok gerekli olan tatlı suyu temin ediyordu.
Gemiler, çift hat üzerine sıralanmış bir şekilde karaya çektirildiler. İki uçtan birine Aşil (Aschille) ve diğerine Ajax kumanda ediyorlardı. Bugün bu koy yoktur. Fakat Avrupa kıyısına oranla Asya yönünü, daha aktif ve şiddetli olduğunu söylediğimiz birikintiler bu körfezi doldurmaya yetmiş ve bu toprak olaylarının anısının devam etmesi için adı orada sonradan oluşan yerde Perdeos olan küçük Türk köyüne, Kum Kale adı verilmiştir.
Kıyıyı inceleyen gezginlerin hiçbiri, bu ihtimale karşı olmadığı gibi Albay Leake, Truva ovası üzerine incelemesinde, bu topografya haritasında, otuz yüzyıldan beri oluşmuş olan alüvyon alanını göstermiştir.

Rumlar, körfezin iki son noktasını oluşturan burunlardan birine Sigee ve diğerine Rhoetee adını verirlerdi. Bunlar, daha sonra o civarda kurulmuş olan şehirlerin adlarıydı.
Bu yerden, Rum yazarlarının eserlerinde Naustathmus adıyla söz edilmiştir.
Bu iki burun arasındaki mesafenin, Pline’e uygun olarak altı bin metre, yada otuz iki stade olduğunu, Lechevalier doğrular. Strabon, iki misline çıkarır. Bu bir Coğrafya hatasıdır. Alüvyon problemi, daha Herodot’un zamanında hissediliyordu. Çünkü adı geçen, burasını Mısır’ın Nil nehri deltasıyla karşılaştırıyor: “Delta’nın büyük bir kısmı Mısırlıların suya karşı kazandıkları bir zafer hükmündedir. Menfis’e hakim olan dağların arasındaki mesafe, bir deniz limanı gibi görünür.
Ege, yani Adalar denizinde, Çanakkale Boğazı ağzının güney ucu noktasında, eski zamanların Sigee adındaki şehrinin işgal ettiği bir burun yükselmiştir. Bu şehir, Truva’nın yıkılmasından sonra Mitylene’in Archaanax’ı tarafından kurulmuş bir Eolya şehridir. Yeni gelen kavimler, eski Truva’nın taşarlını alarak şehirlerini kurdular ve mermer aramak için de daha o zaman kuvvetli ve çok halkı olan Proconnese adasına gittiler. Az zaman sonra Phrynon’nin kumandasında yönetilen Atinalılar, Mitileneliler’i bu yerlerden kovdular. Sigeelilere Yunanistan’ın yedi bilgesinden biri olan Pittacus kumanda ediyordu. İki savaşçı taraf, Korint hakimi Periandre’i hakem kabul ederek kavgaya son verdiler; fakat Atinalılar, Sigee’yi yeniden ele geçirdiler. Pisistrate, hükümeti oğlu Hegesistrate’ye verdi. Daah sonra halkı tarafından terk edilen bu şehir, uzun süre devam etmiş bir Minerva tapınağıyla ünlü olmuştu. Bu harap olmanın, yeni İlium şehrine çok halk götürmek isteyen Lysimaquelerin döneminde yapılmış olduğu zannedilir. Gezginlerden Chandler ve Revett, Sigee harabelerine tapınağın birçok yıkıntısını buldular ve Yunan dilinin en eski yazısının eserlerinden sayılan bir kitabeyi kopya ettiler. Bugün bu yıkıntı tamamen dağılmıştır ve hatta tapınağın yerini bile tanımak zordur.

Achilleum şehri, Sigee şehri yakınında ve ona adını vermiş olan kahramanın gömüldüğü yere hiç şüphesiz yakın bulunan bir yerdeydi. Aşil (Achilleum)’in mezarı yada eskilerin görüş birliğine vararak bu gözle baktıkları küçük tepe, Sigee burnu üzerinde Homeros’un tarif ettiği yerde ve Ajax’ın ki ise, tam karşısındaki nokta olan Rhoetee burnundadır. Bazı sanat tarihçiler, bu iki anıtı Eolyalıların binaları arasına sokmak istiyorlarsa da bunların mezarları içine aldıkları ve eski geleneklerde sürekli olarak İlyada kahramanlarının külünü örten diye tanınmaları, daha zayıf bir inanış değildir. Şimdi bataklık bir kıyı oluşturan Simois nehri ağzı, eskiden körfezi iki kısma ayırırdı. Bu nehir, denize varmadan hemen on stade önce, kaynağı şehrin kıyılarına yakın bulunan Karamenderes’in sularını alırdı.

Bu topografyanın iyi gösterilmiş çizgileri, yerlerin tarih anılarını tamamen muhafaza etmeye yeterli gelmedi. Karamenderes’in yatağı dönerek suları bugün insan eliyle açılmış bir kanal aracılığıyla Ege denizine akmaktadır. Adı Simois nehri olmuştur. Bundan böyle bu yörenin topografyasında ve geleneklerinde, içinden çıkılması güç bir karışıklık meydana gelmiştir. Bununla beraber bu nehirlerden en büyüğünün yatağına çıkanlar, şairin tasvirinde doğruluğunu ve Demetrius de Scepsis’ten kopya eden Roma yazarlarının yanlışlılarını görürler. Orada bugün var olan ve Mendere suyunda oluşan bataklıklar ve kaideleri suda trakit kayaları ile ta kaynaklarına kadar derin vadiler, gezgin Chandler ve Lechevalier’in keskin zekalarıyla incelenerek, sonuçta bu küçük nehrin yeni adı olan Menderes’in meşhur Truva nehrinin asıl adıyla bir uygunluk göstermekle beraber, bunun yine o Scamandre olamayacağı kesinleşmiştir.
KAYNAKÇA
1) Ana Britannica Genel Kültür Ansiklopedisi, 21.Cilt, sy: 186-88, Ana Yayıncılık A.Ş 1986-1990
2) Büyük Ansiklopedi, 14.Cilt, sy: 5306-5307, Milliyet Yayınları A.Ş 1990 , Tarabya Matbaa Tesisleri
3) Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, 22.Cilt, sy: 11723-11724, Milliyet Yayınları A.Ş
4) Dictionnaire Larousse Ansiklopedik Sözlük, 6.Cilt, sy: 2351, Milliyet Yayınları Gazetecilik A.Ş 1993-94
5) Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, 3.Cilt, sy: 1819-1821, Yapı Endüstri Merkez Yayınları, Hürriyet Ofset 1997
6) Genç Larousse-Larousse des Jeunes, 13.Cilt, sy: 4060, Gerçek Yayıncılık A.Ş 1993
7) Grolier International Americana Encyclopedia, 12.Cilt, sy:299, Sabah Yayınları, Medya Holding A.Ş 1993
8) Küçük Asya Coğrafyası, Tarihi ve Arkeolojisi, 1.Cilt, sy: 320-323, Charles Texier, Ankara 2002
9) Temel Britannica, 17.Cilt, sy:301-303, Ana Yayıncılık A.Ş, Hürriyet Ofset 1993
10) Thema Larousse-Tematik Ansiklopedi, 6.Cilt, sy:163, Milliyet Gazetecilik A.Ş 1993-94
11) Turizm Coğrafyası Ders Kitabı, sy: 54-55, Tutibay Yayınları
12) Türkiye’nin Turizm Değerleri, 2.Cilt, sy: 752, TC Turizm Bakanlığı Tanıtma Genel Müdürlüğü
13) Yeni Rehber Ansiklopedisi, 19.Cilt, Sy: 171, Türkiye Gazetesi, İhlas Holding A.Ş İstanbul 1994