Gerçek Görüş
Bir bebek dünyaya nasıl bakar? Hiç bir önyargı yok. Hiçbir biçimlendirme yok tamamen saf ve herşeyi olduğu gibi algılayan bir varlık. Zamanla bu kusursuz netlikteki algı bozulur. Bu kişinin hiç farkına varmadığı bir süreçle yavaş yavaş olur. Diğer insanlarla olan etkileşim bu algıyı bozar. Kalıp olarak alınmış düşünceler, önyargılar sizi etkisi altına alır ve o saf görüş perdelenmeye başlar. Bu perde hem kalbe hem beyne çekilmiş bir perdedir. Egonun ortaya çıkışıda bu parlak görüşün kaybolmasında etkili olur. Zamanla bu perdenin kalınlığı o kadar artar ki kalp gözü kapanır. Beyin yeni şeyler ortaya koyamaz duruma gelir ve basit ihtiyaçlar için çalışan bir makinaya döner. Zaten kalbin olmadığı bir vücut makina hükmündedir. Başka bir değişle hayvanlaşmıştır. İnsanların çoğu bu sığlıktan kurtulamaz tek verdikleri mücadele kim bu sığlıkta bu sığlıktan en büyük payı alacak yarışıdır. Bundan kurtulmanın yolu sorgulanmamış düşüncelerden, önyargılardan oluşan, bize sanal bir gerçeklik yaşatan o gözlüğü çıkartmakta gizlidir. Bu gözlük çıktığında “bana eşyanın hakikatini göster” hadisindeki duaya ortak olunmuş olunur. Nihayi amacımız özgür beyin değil kilitlerinden kurtulmuş kalptir. Çünkü hakikati ancak kalple görebilirsiniz. Beyin beş duyu organını kullanarak sizi derinliği olmayan aldanmaya çok müsait bilgiler verir. Bir düşünelim gözün görme frekansları sınırlı, kulağın duyma aralığı dar. Bu sınırlı alandan kurtulmak için kalbin gücüne ihtiyacımız var. Kalbi saflığına ulaştırmakta manevi bir tekamül süreci gerektirir. Bu da Allah’a olan bağlılıkla birlikte olur. Yani ilahi olanı arkanıza almanız gerekir. Çünkü dışarıdan ve içeriden bize ulaşanlar ilahi mesajlardır ve bu mesajları ancak ilaha yönelerek alabiliriz. Ama burada amaç bu mesajları almak değil asıl amaç kul olmaktır. Gerçek kul olunduğunda ilahi mesajları alacak duruma kendiliğinden gelirsiniz.
Şu hadiste bize bunu anlatır. "Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp ilan ederim. Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona farz kıldığım (aynî veya kifaye) şeyleri*eda etmesidir. Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı (aklettiği kalbi, konuştuğu dili) olurum. Benden bir şey isteyince onu veririm, benden sığınma talep etti mi onu himayeme alır, korurum. Ben yapacağım bir şeyde, mü'min kulumun ruhunu kabzetmedeki tereddüdüm kadar hiç tereddüte düşmedim: O ölümü sevmez, ben de onun sevmediği şeyi sevmem."*(Buhârî, Rikak 38.)
Olaya farklı bir açıdan bakarsak. Bir doğru parçası düşünelim ve hissettiğimiz sevgiye bu doğru parçası üzerinde bir nokta belirleyelim çok sayıda olasılık olduğunu görürüz insan aynı anda bir çok duygu hissedebilir. Tüm hisler bizi etkisi altına alır. Bu hislerin bize ne anlattığını anlamak için perdesiz kalp gerekir. Bir çiçeğe baktığımızda kalp eğer saf bir duruluktaysa onun gerçeğini bize yansıtır. Aynı şekilde hayat içerisinde karşılaşılan bir olayada baktığımızda kalp saflaşmış, perdeler kalkmışsa o olayı en ince detayına kadar anlarsın. Bu arifane bir bakıştır.
Tüm bunlar gerçekleştikten sonra bebek saflığına geri döneriz. Bir farkla artık keskin bir görüş, tecrübe ve olgunluk vardır. Konuyu mevlananın şu beytiyle bitirelim.
Bir zamanlar beden yoktu;
Ben tamamen Can’dan ibarettim, seninle göklerde beraber idim
O zamanlar birbirimizle konuşamıyorduk.
Ne benim söz söylemem vardı ne söz işitmem.