Üye Günlüğü
Üyelerimizin kişisel sayfaları olarak da kullanabilecekleri, günlük tutabilecekleri ve hoşuna giden resim, yazı, video paylaşımlarında bulunabilecekleri bölüm.
İlk arabam..Çok kaliteli bir araba, keşke elimde tutabilsem. Boşa yatırım gibi durmasan satmazdım Senden sonra araba alırsam yıllar sonra yerini dolduramazlar muhtemelen. Tabii parayı bulursam orası ayrı
Can Yücel'in Mahkemede, "Bizde Göte Göt Derler" Cümlesinden Önce Anlattığı Fıkra
Can Yücel'in, köşe yazısında "göt" kelimesini kullanmasından dolayı mahkemelik olduğu ve ilgili duruşmada "bizim memlekette göte göt derler" dediği bilinir. Kısmen bir şehir efsanesi haline gelmiş olsa da, Yücel'in bu sözden önce derdini anlatabilmek için anlattığı bir fıkra da varmış.
Olay nedir?
yıllar önce gazetede yazmaya başlayan değerli şairimizin yazısında göt'ü g*t olarak yazmayıp da aleni olarak göt yazdığı için soruşturma geçirerek tutuklanması ve sonra da beraat etmesi olayı.
hakim şaire sorar: sayın yücel neden böyle yazdınız? biliyorsunuz ki bu tür kelimeleri yazmak yasaktır ve suçtur.
can yücel: valla hakim bey, bizim köyde göte göt derler de ondan.
İşte o fıkra
olayın aslı biraz daha teferruatlıdır. şöyle ki; can yücel, mahkemedeki sözlü savunmasını "bizim köyde göte göt derler" diye bitirir evet, ancak öncesinde bir de fıkra anlatır mahkemede, ki bildiğim kadarıyla bu da kayıtlara geçer.
fıkra:
bir köyde ateşli bir hasta vardır. kasabaya, doktora getirir hastayı köylüler. koca devletin koca doktoruna. doktor hastaya fitil verir ve köye döndükleri gibi hastaya fitili anüsten vermelerini söyler köylülere. köylüler tabi "tamam dohtor bey" diyip köye giderler. köydeki herkese sorarlar, en bilgelere bile, ama kimse anüs ne demektir bilemez. bu nedenle bir türlü ilacı da veremezler hastaya. hastanın durumu da gitgide kötüleşmektedir. bunun üzerine köylü, doktora, koca devletin koca doktoruna telefon etmeye karar verir ama kimse buna yanaşmaz. ne cüret di mi doktoru arayacak bi köylü. neyse durumun vehameti üzerine muhtar aramayı kabul eder. bütün köylü toplanır santrale, muhtar arar, "biz ne yapacaamızı bilemedik dohtor bey" felan der işte. karşıdan doktor bir şeyler söyler. muhtar döner, ama arkasına: "makattan verin dedi dohtor" der.
yine tüm köye sorarlar, komşu köylere birilerini yollayıp sordururlar felan, ama makat ne bilen yoktur yine. hasta ise giti gidecek, ateşler içinde kıvranıyor bayağı. ihtiyar meclisi toplanır. son çare, doktorun bir kez daha aranmasına karar verilir. yine kimse aramaz istemez doktoru. nihayetinde yine biri kandırılır, telefonun başına geçer, ama bi yandan söylenmektedir: "çok kızacak dohtor çok!" diye.
sonunda telefonu açar, durumu anlatır, doktor bir şeyler söyler yine. telefondaki köylü, yüzü allak bullak, arkasını döner:
Amerikalıların Gerçek "Black Widow" Dediği Ünlü Seri Katil: Belle Gunness
20. yüzyıl başlarında Amerika'da resmi kayıtlara göre 10 yıl içinde 20'den fazla, resmi olmayan iddialara göre ise 100'den fazla kişiyi öldüren ve Amerikalıların gerçek "Black Widow" (Kara Dul) dediği Belle Gunness'in hikayesi.
20. yüzyılın başında indiana'da bir çiftlikte yaşayan ve 3'ü kendi çocuğu, 14 kişinin ölümünden sorumlu kadın seri katildir belle gunness (1859-?). amerika'ya esasen norveç'ten gelen bir göçmen olup, 3 çocuğu dışındaki kurbanlarını öldürme motivasyonu, gözünü bürümüş para hırsıdır.
şöyle bir sistem geliştirmiştir bu teyzemiz; ilk önce gazeteye yalnızlık çeken norveçli bir göçmen olduğu ve evlenmek için -tercihen norveçli- bir koca adayı aradığına dair bir ilan verir. daha sonra parasıyla beraber gelen ilk norveçli ile evlenir. zaten yeterince yalnızlık çekmiş ve kendine norveçli çekici bir eş bulmuş olduğuna fazlasıyla memnun olan "müstakbel merhum", parasını seve seve teyzemize teslim eder.
fazla şüphe çekmemek için biraz zaman geçmesini bekleyen belle gunness, zamanın geldiğine kanaat getirdiğinde, şanssız ve olan biten hakkında hiçbir fikri olmayan kocasını büyükbaş hayvanlarda kullanılan bir parazit ilacı ile zehirler, daha sonra da ahırda bir yere gömer... sonunda merhum eş(ler)in paraları kendine kalır.
1908 yılında son eşini ve çocuklarını da öldürdükten sonra çiftlikte bir yangın çıkar. yangından sonra yapılan araştırmada 3 çocuk, 1 adam ve 1 -kadın olduğu sanılan- kişinin yanı sıra, ahırın altında gömülü bir torbadan çıkan 11 erkeğin daha kalıntıları bulunur. işin ilginç yanı sadece ve sadece kadın olduğu sanılan kişinin kafatası eksiktir/bulunamamıştır.
zaten halk arasındaki yaygın kanı, yeterince para biriktirdiğine ve kocalarının teker teker ölmesi nedeniyle fazlasıyla şüphe çektiğine inanan belle gunness'in çiftliği ateşe verip, paraları ile birlikte ortadan kaybolduğudur.
Polislerle Dalga Geçe Geçe Yıllarca Cinayet İşleyen Seri Katil: Dennis Rader
ABD'de 1971'den itibaren 10 kişiyi öldüren ancak ilk cinayetinden yıllar yıllar sonra, 2005'te yakalanabilen seri katil Dennis Rader.
amerikan polisinin ne denli beceriksiz olduğunun kanıtıdır bu adam ve yıllarca yakalanmaması. yani belki bireysel olarak polislerin de değil ama tüm sistemin ne kadar sikko çalıştığının en net örneklerinden birisidir bu adamın hikayesi. gerçi bireysel olarak da sikkoluklar var, o da net yani.
tüm suçlarını wichita'da işliyor. wichita dediğimiz yer ısparta ayarında bir yer. çok büyük değil, çok küçük de değil.
ilk suçu mesela 4 kişilik bir aileyi kesmek, tecavüz etmek vs.
ve cinayetin ayrıntılarına bakarsanız belli ki cinsel bir yön var cinayette ve yine belli ki katil alanı, aileyi tanıyor ve etüt etmiş. otero ailesinin dört ferdini de öldürüyor ve yanlış değilsem küçük kıza ve anneye tecavüz ediyor. detektifler bir bok bulamıyorlar ancak şimdi biliyoruz ki anne julie otero ile aynı yerde çalışıyormuş dennis rader. yani çok net bir bağlantı var. cinayetin işlenme şekline ve suç mahalinde geride bırakılanlara bakıldığında da cinayetin cinsel bir yönü olduğu çok açık ama polis bunları atlıyor. 4 kişilik bir ailenin doğranması çözümsüz kalıyor. midesi kaldıran ve merak eden bakabilir.
nisan 1974'te yani ilk cinayet serisinden üç ay sonra, ilk cinayet mahaline 4-5 km uzaklıkta bu sefer katharyn bright isimli genç kızı (21) öldürüyor
tabii bu noktada polis için bu iki cinayet arasındaki ortaklığı kurmak çok zor, hak veriyorum. 5 km mesafe içinde kim bilir kaç cinayet işleniyor 3 ay içinde. onun da ötesinde ilk cinayette kurban koca bir aileydi, bunda ise tek bir genç kız. aradaki bağı kim kurabilir ki. lakin polisin atladığı çok net bir ortaklık var, eğer dikkat etselerdi birkaç gün içinde bu manyak yakalanabilirdi. kathyrn de julie otero ve dennis rader ile aynı yerde çalışıyor. üçü birden aynı zamanda hiç çalışmamış sanırım ancak 200-300 kişinin çalıştığı bir şirketten 3 ay arayla iki kadının cinayete kurban gitmesi kimsenin dikkatini çekmiyor. bu arada seri katil filmlerinin de klasiğidir, dennis rader'ın bu şirkette yaptığı iş evlere gidip alarm sistemleri takmak. yani gözetlemek için, gezinmek için de bahanesi hazır.
1974'ün ekim, kasım falan olması lazım sonlarına doğru polise mektuplar yazmaya başlıyor bu cinayetlerin ayrıntılarını anlatan
polis orada ayıkıyor bunların seri cinayet olduğuna. akabinde rader 3 yıl ara veriyor ve 1977'ye kadar en azından bizim bildiğimiz kadarıyla kimseyi öldürmüyor. 1977'de ise yine 5 km mesafede iki kadını öldürüyor. bu cinayetlerde de eminim ki birçok ortaklık, rader'ı yakalatacak birçok ayrıntı mevcuttur ancak erişebildiğim kısımlarında gözüme çarpan pek bir şey yok kurbanların yaşları dışında.
bu cinayetler sonrası tekrar polisle mektuplaşmaya başlıyor ve sonra yine karanlığa gömülüyor. bu sırada güvenlik vs eğitimleri alıp ufak tefek dandik bir korucu/bekçi pozisyonuna falan geçiyor. güçle ilgili bir derdi var ama güçlü bir adam değil. korkağın teki diyebiliriz hatta. silah zoruyla yapıyor ne yapıyorsa.
bu bekçilik döneminde kendi mahallesinde falan geziniyor cebinde tabancasıyla
tam bu dönemde, 1985'te iki sokak ötedeki 53 yaşındaki marine hedge'i öldürüp tecavüz ediyor ve yine yakalanmıyor. ufak bir database sorgusuyla on kere yakalanması gereken bu cani rahat rahat dolanıyor. bir yıl sonra rotasını şehrin güney batısına çeviriyor ve daha önceki cinayetlerine nisbeten uzak bir yerde vicki wegerle'yi (28) öldürüyor. 5 yıl sonra bilinen son cinayeti için de yanlış değilsem birlikte kiliseye gittiği ki kilisenin başındaki adam da rader, dolores davis'i (62) seçiyor. polis buradan da çözemiyor.
1991'den 2005'te yakalanana kadar olan dönem ise kurbanlarından topladığı materyallerle 31 çekmek, polisle yazışmak, yetkilerini kullanıp milleti rahatsız etmekle geçiyor
en son polisle iletişirken biraz fazla ileri gidiyor ve yanlış değilsem polise bir disket yolluyor, polis disketin içindeki silinen dosyaların birinden dosyanın "christ lutheran church"te oluşturulduğunu tespit ediyor ve başka bir kerizlik anında not bırakırken kameralara yakalanan dennis rader'ın arabasıyla eşleştirip manyağı 31 yıl sonunda, 50 kere yakalamaları gerekirken ilk kez ele geçiriyor.
dennis rader, benim ikinci nesil dediğim katillerden
tabiri şu an uydurdum ancak kastım şu, rader dürtülerinin ne olduğunun farkında ve bunları ed gein veya jeffrey dahmer gibi gelişigüzel ortaya saçmak yerine planlı, programlı çalışıyor. ilk cinayeti, otero ailesi cinayeti, aslında büyük bir hata, azıcık kafası çalışan bir detektif 15 dakikada yakalarmış bu kerizi ancak şansı yaver gidiyor. ikinci cinayeti, kurbanı seçme şekli düşünüldüğünde daha da büyük bir hata ve yine şansı yaver gidiyor. sonrasında geçen zamanda ise polisin de işi gittikçe zorlaşıyor. 400 bin kişilik bir şehirde, kocaman bir araziye ve 20 yıla yayılmış suçları çözmek kolay iş değil. ancak dediğim gibi dolores davis'i kendi kilisesinden seçiyor, onu da çözemiyor polis. sanırım amerikan polisi ortada dna yoksa ve öldürdüğünüz kişi karınız vs değilse olayları çözemiyor.
Alp Er Tunga'nın Torunu, Bilinen İlk Türk Kadın Hükümdar: Tomris Hatun
MÖ 6. Yüzyıl civarı yaşayan ve sadece Türklerin ilk kadın hükümdarı değil, dünya tarihinin de ilk kadın hükümdarlarından biri olan bu değerli ikonu tanıyalım.
Kimdir, necidir?
tomris hatun, mö 6. yüzyıl'da yaşamış efsanevi saka türkü kraliçesidir. ismi öz türkçedir ve günümüz türkçesinde "demir" anlamına gelmektedir. ilginç.
yunanlılar ona leydi origana diyor. türkleri birleştirip turan birliğini kuran ve turan kağanı olan alp er tunga’nın torunudur. tarihçiler tarafından dünyanın ilk kadın hükümdarı olarak kabul edilmiştir. eski çağda, savaş stratejileri konusunda uzman olan pers imparatorluğu’na karşı muhteşem bir zafer kazanmıştır.
tomris hatun, barışçıl ama savunmaya önem veren bir yapıya önem gösterirdi. bunu bir zayıflık olarak gören pers imparatoru büyük kiros ise hiç durmadan saka topraklarına akınlar düzenlerdi. persler saka topraklarına girdiği vakit yakılmış tarlalardan başka bir şey bulamazlardı. çünkü sakalar geri çekiliyor ve savaş için uygun bir mevzi ve an bekliyorlar, bu olmadığı takdirde de savaşa girişmiyorlardı. ilerlemek için gıdaya ihtiyaç duyan persler iran’a geri dönmek zorunda kalıyorlardı.
sakaların peşinde koşmaktan yorulan kiros, bir süre sonra tomris hatun'un kendisine tabî olması ve kendisiyle evlenmesi karşılığında sakalar ile uğraşmayacağını vaad eder. tomris hatun bunun bir oyun olduğunu anlar ve teklifi reddeder. pers hükümdarı, aldığı ret cevabından sonra çok kızar ve tomris hatun'a savaş açar. saka topraklarına kalabalık bir ordu savaş için eğitilmiş yüzlerce köpekle girer. tomris hatun uygun bir alan seçip, büyük kiros’un ordusunu beklemeye başlar. iki ordu, aralarında birkaç kilometre kalacak biçimde birbirine yaklaşır ve güneş battığı için savaşa tutuşmayıp mevzilenir.
ancak mertçe savaşmak yerine alçaklığı tercih eden pers imparatoru büyük kiros bir hile düşünür ve iki ordunun arasında bir çadır kurdurur. içinde güzel kızlar ve yiyecekler ve şarap bulunan çadıra ansızın saldırı düzenleyen tomris hatun’un oğlu ve beraberindeki kuvvetler, içerideki persleri öldürüp eğlenceye dalarlar. ancak birkaç saat sonra bir baskın düzenleyen pers kuvvetleri çadırı basıp tomris hatun’un oğlu da olmak üzere içerideki sakaları öldürürler. tomris çok sevdiği oğlunun ölümüne üzülür. yemin ederek şöyle söyler: "kana susamış kirus! sen oğlumu mertlikle değil o içtikçe zıvanadan çıktığın şarapla öldürdün. ama güneşe yemin ederim ki seni kanla doyuracağım!"
ertesi gün yapılan ve bizzat tomris hatun’un yönettiği savaşı sakalar kazanır. ok atmakta usta olan ve savaş arabalarını büyük ustalıkla kullanan sakalar, savaş köpeklerine rağmen persleri bozguna uğratır. ölenler arasında pers kralı büyük kiros da vardır. pers kralı’nın bedeni getirilince tomris hatun kılıcı ile kafasını kopararak kan dolu bir tulumun içine atar ve tarihe geçen şu sözleri söyler "hayatında kan içmeye doymamıştın, şimdi seni kanla doyuruyorum!"
Charivari" İngiliz gazetesinin, yaklaşık 1 ay sonra Saltanat Şurasının imzalayacağı Sevr Antlaşmasının Osmanlı ülkesinde yaratmakta olduğu infiale dair bir çizimi..
Sevr Antlaşmasını ayaklar altına almış, üzerinde tepinen külhanbeyi olarak çizilip "YARAMAZ ÇOCUK" adı verilen (TBMM Hükümeti) "Genç Türk": 'Milli şerefimiz için ölünceye kadar mücadele edeceğim!'
Sedirde oturup miskince nargilesini içmekte olan (İstanbul Hükümeti) "Yaşlı Türk" :
'Peki, sen bilirsin, ancak bu dediğin ben bütün bu işlerden elimi ayağımı çekersem olabilir - ya da bana rağmen sen kazanırsan...'
İsmet İnönü, resmi konuk olarak gittiği Rusya dönüşü, Bulgaristan da Sofya’nın Türkiye Büyükelçiliği konutunda mahsur kalmıştır.
Bulgar çetecileri ve muhtemelen bunlara katılan resmi makamları elçilik konutunun etrafını kuşatmışlardır ve İnönü’nün oradan çıkarak trene binmek üzere gara gitmesine izin vermemektedirler.
Konu ülkemize yansıyınca, Dışişleri Bakanlığı telaşlanır ve diplomatik olarak çözüm için telefonlar çalışmaya başlar. Bulgaristan'a ihtar verilir; ama Bulgar Hükümet umursamaz.
Ankara'dakiler çareler düşündüler. İşin içinden çıkamadılar.
Atatürk'e sordular. O, "sizler ne düşünüyorsunuz"?, diye sordu.
"Bulgaristan'a ekonomik baskı uygulayalım ...", dediler.
Atatürk, güldü: "Telefonu verin bana", dedi.
Donanmaya emir verdi.
Kısa bir süre sonra Yavuz zırhlısı yola çıkmış ve Varna’nın karşısına demirlenmiştir.
Yavuz zırhlısı top atışlarına başlar, havaya tam 101 pare top atışı yapar. Varna da panik başlamış ve liman yakınındaki evlerin camları bile kırılmıştır.
Son top atışı sonrası, Yavuz zırhlısının komutanı amiral, Varna valisini arar ve talebini söyler; “Sayın İsmet İnönü’yü almaya geldim!”
Bu talep yeterlidir. İsmet İnönü özel ve zırhlı bir trenle hemen Varna’ya getirilir ve bando eşliğinde törenle Yavuz zırhlısına yolcu edilir.
Bu arada gemi komutanı kırılan camların parasını da ödemiştir. Ve İsmet Paşa yurda döner...
İngilizler, Kurtuluş Savaşı Ertesinde İstanbul'u Neden Kurşun Atmadan Terk Etti?
İtilaf devletleri, Mondros'un 7. ve 24. maddelerine dayanarak Anadolu ve civarında işgallere başlamış ve 13 Kasım 1918'de fiilen, 16 Mart 1920'de de resmen İstanbul'u işgal etmişlerdi. Peki 2 Ekim 1923'te neden kurşun atmadan çekildiler?
İstiklal Caddesi'nde İtilaf Devletleri askerlerinin geçit töreni.
Madde madde, öncelikli sebepler
- fransa, ermenistan ve bizzat kendisinin desteklediği yunanistan'ın hezimete uğraması, italya'nın korkudan daha en başta kaçması ve uçak satarak türkleri desteklemeye başlaması, rusların yaptığı işbirliği elbette tek kalan ingilizleri de "sikmeseler bari" kıvamına getirmiştir. bu olaydan 5-6 yıl önce yaşanan çanakkale hezimeti, ırak'ta esir düşen ingiliz ordusu gibi hezimetler de muhtemelen hafızalarındaydı.
- britanya'da ayrılıkçı hareketler ve memnuniyetsizlikler sonucu yaşanan iktidarsızlık. kanadalıların artık britanya'yı siklememesi, generallerin kendi başına buyruk takılmaları sonucu çanakkale ve çevresinde türk ordusuna direniş göstermemişlerdir.
- mustafa kemal'in dünya kamuoyunun takdirini ve desteğini arkasına alması ve britanya'nın, sömürgelerindeki olası bir global isyandan korkması.
- almanya’da milliyetçilik akımının hızla yükselmeye başlaması (burada nazilerin 1932'de (ya da 1933), weimar devletini sona erdirmeleri milliyetçiliğin miladı ya da sebebi değildir, aksine yükselen milliyetçiliğin bir sonucudur. yani yükselen milliyetçilik, ingilizler tarafından 1. dünya savaşı'nda dizayn edilmiş bir devlet olan weimar cumhuriyetini yıkmıştır.)
- rusya'da bolşeviklerin güçlenmesi.
- fransa’ya savaş öncesi ingiltere tarafından verilen hiçbir sözün paris barış konferansı'nda tutulmaması sebebiyle dünyanın süper gücü olmasına rağmen, uzun bacaklıların diplomatik arenada yalnız kalması.
- üstteki gelişmeleri atatürk’ün çok iyi okuması ve liderliğindeki meclis (daha türkiye cumhuriyeti kurulmamıştı) ordularının yunanlılar karşısında kesin bir zafer kazanması.
- istanbul’da kalmanın türklerle yeni bir savaş başlatacağının ve getirisinden çok götürüsünün olacağının düşünülmesi.
ingiltere kesinlikle en akıllıca olanı yapmıştır ve atatürk çevresinde kenetlenmiş bir orduyla savaşmamayı tercih etmiştir.
zaten ingilizler istanbul'daki mevcut kuvvetleriyle savaşmış olsalar dahi, dönemin en büyük askeri dehalarından birisi olan mustafa kemal atatürk liderliğindeki bir orduya karşı takviye destek olmadan kazanamayacaklarının da farkındaydılar.
ayrıca, diyelim ki o gün bir şekilde meclis ordularına karşı üstün geldiler, bu asla uzun süreli olmayacaktı. istanbul gibi yüzyıllar boyunca osmanlı hakimiyetinde kalmış bir şehri yönetemeyeceklerini görmüşlerdir.
son olarak ingilizler, orta doğu’da birkaç arap liderini kandırmayı başarsalar dahi, burada kandırıp da yanına çekebilecekleri bir lider bulamamışlardır.
ekleme: hindistan meselesini unutmayalım. yanlış hatırlamıyorsam 1915’te gandi’nin hindistan’a gelmesiyle, malumları olduğu üzere, söz konusu ülkede farklı bir tarzda bağımsızlık mücadelesi başlamıştır. bazı kaynaklarda, bu durumun da istanbul’dan çekilme ile bağlantılı olduğu ifade edilmiş. gayet mantıklıdır.
ekleme 2: hindistan meselesine bir parantez açarak pakistan'ı da hatırlatmak isterim. o zamanlar birleşik krallık himayesi altında şimdiki pakistan ve hindistan'ın oluşturduğu tek bir hindistan bulunmaktaydı. gandi'nin yanı sıra pakistan bölgesinde muhammed ali cinnah hind müslümanlarının lideri konumundaydı ve kurtuluş savaşı sırasında da türkler için yardım kampanyası düzenleyip para göndermişlerdir (tam hatırlamamakla birlikte nutuk'ta yazdığını hatırlıyorum). dolayısıyla savaşın uzaması muhtemelen sömürgelerde de huzursuzluk yaratıp, o bölgelerin de bağımsızlığını kazanmasını hızlandıracaktı.
Fransız general d'Esprey'in 1919'da, Şişli'den Beyoğlu'na yaptığı "zafer" yürüyüşü.
Genel bir yorum
öncelikle, yunan-türk savaşında, yunan ordusunun sayısı 200 bin civarında ve türk ordusu da hemen hemen bu sayıya ulaşmış durumdaydı, başkomutanlık meydan muharebesinde. yani durum bir önceki sene sakarya meydan muharebesi'ndeki gibi değildi, uluslararası şartlardan tutun, ekonomik duruma kadar, türk tarafı belirli bir seviye gelmişti.
6-7 gün içinde, 200 bin kişilik yunan ordusunun akıbetinden haberi olan var mı? kaçı yunanistan'a geri döndü, kaçı katledildi, yok edildi? net bir bilgi var mı? hayır yok. daha sonra mustafa kemal'in nutuk'ta belirtiği "büyük zafer'in şerefine katılmayı en az hak edenlerden biri nurettin paşa'dır" sözü, kütahya ve eskişehir dolaylarında sakallının kitleler halinde, yunan askerini katletmesinden ileri geldiği düşünülür.
bir tarafta, 200 bin kişilik orduyu, 400 km boyunca yok etmiş bir ordu, diğer tarafta ingilizler. ingilizler'in o dönemde istanbul'da ne kadarlık gücü var? ingilizler'in o dönemde türklerle tekrar bir savaşa girmesi, emperyalist düzen açısından bakarsak son derece aptalca bir şey olacaktı. ingilizler zaten prestijinden bir şey kaybetmemişti; zira yenilen yunan ordusuydu, ingilizler değil.
belli bir kesim, o dönemin ingiltere'sini şimdinin abd'si yapıyor, bunun üzerinden siyaset üretiyor, oysa gerçekler bu değil. evet ingiltere gerçekten güçlü bir devletti ama günümüz teknolojisi yoktu, bu nedenle çanakkale'yi geçemediler, musul'da generalleri de dahil olmak üzere 10 bin kişilik bir asker kitlesi ile birlikte türk tarafına teslim oldular.
yani sahada neyin ne olacağı belli değildi, aynı şey türk tarafı için de geçerliydi. bir anda tüm kazanımları yitirebilirlerdi, bu nedenle daha makul bir yol izlendi. türk ordusunun, istanbul üzerine yürüdüğü gerçeği göz ardı ediliyor. 9 eylül'de izmir'e girildikten sonra, türk ordusu istanbul üzerine yürüdü ve hatta çanakkale dolaylarında ingilizlerle karşı karşıya da gelindi ama ingilizler ateş açmadı, mudanya görüşmelerine geldi. türk tarafı mudanya görüşmelerinde zaten istediği sonucu aldı, hem zaman kazandı, hem de ingilizlere tüm dünyanın gözü önünde geri adım attırdı.
Üçüncü Murat'ın, Osmanlı'dan Yardım İsteyen Kraliçe Elizabeth'e Attığı Mektubun Öyküsü
Zamanında Kraliçe Elizabeth'in, kendisiyle evlenmek isteyen İspanya Kralı'na karşı Osmanlı'dan yardım istediğini biliyor muydunuz? Kesinlikle iyi bir hikaye.
osmanlı imparatorluğu'nun 12. padişahı üçüncü murat'ın, ingiltere kraliçesi 1. elizabeth'i müslüman olmaya davet edişi ve kraliçeyi istemediği bir evlilikten kurtararak tarihe adının "bakire kraliçe" olarak yazılmasına vesile oluşu hakkında...
devir 16. yüzyıl'ın sonlarıdır
dönemin en güçlü devleti osmanlı imparatorluğu'dur ve ingilizlerin başı ispanyollar ile beladadır. yine bu döne
osmanlı dış siyasetinde her zaman kullanılmış olan bir kavga vardır avrupalı devletler arasında: mezhep kavgası! işte bu dönemde de katolik olan ispanyollara karşı protestan ingilizler desteklenmektedir. tabi bu destekler karşılıklıdır.
ispanya tahtında o dönemde ikinci felipe bulunmaktadır. kral felipe, 1. elizabeth'in üvey kardeşi mary ile dört yıl evli kalmış ancak mary'nin vefat etmesiyle bu evlilik son bulmuştur. lâkin bu durum kral felipe'in işine gelmemektedir çünkü ingilizler üzerindeki etkileri sonlanacaktır. işte bu sebeple kral, ingiltere'nin yeni kraliçesi 1. elizabeth ile yani üvey baldızı ile evlenmek ister. ancak elizabeth bunu asla istememektedir ve çareyi osmanlı imparatorluğu'ndan yardım istemekte bulur.
1. elizabeth, üçüncü murad'a bir mektup yazarak kendisinin katolik değil protestan olduğunu, putperestliği yasaklayıp cezalandıran hakiki tanrı'ya taptığını, katoliklerin putperestlere; protestanların müslümanlara benzediklerini söyler ve padişahtan yardım diler.
ingilizler o kadar zor bir hâldedir ki bu dönemde londra'dan istanbul'a sürekli elçiler gelir gider. padişaha ve saray ahâlîsine türlü türlü hediyeler gelir! öyle ki ulemâdan kimileri; "ingilizler protestan oldukları için müslüman nazarında görülmelidir!" bile derler.
tabi sokollu mehmed paşa da siyaseti çok iyi bilen bir sadrazamdır ve ispanyol - venedik tehdidine karşı ingilizleri ve fransızları osmanlı'nın yanında tutmak istemektedir.
nihayetinde bir süre yoğun şekilde devam eden diplomasi trafiği sonucunda padişah üçüncü murad, ingilizler ile bir dostluk antlaşması yapar ve ingiliz tüccarlarına da osmanlı topraklarında serbest ticaret hakkı tanır.
1. elizabeth ile üçüncü murad arasındaki mektuplaşmalar devam ederken padişah, kraliçeye, kelime-i şehadet getirip müslüman olması konusunda da tavsiye de bulunur lâkin kraliçe bu teklifi nazikçe reddeder.
bu olaylar üzerine ispanyollar, meşhur yenilmez ispanyol armadası'nı ingiltere'ye çıkarma yapmak üzere yola çıkarırlar. bu savaş esasen ilan edilmemiş bir savaş olsa da ispanyolların amacı ingiltere'yi işgal etmektir. ancak unuttukları bir durum vardır ki üçüncü murad herhangi bir tehditte kraliçeye yardım edeceklerine dair söz vermiştir. bu sebeple osmanlı donanması, ispanyol gemilerine akdeniz üzerinde taciz atışları yapmış ve rahat bir şekilde geçmelerine engel olmuştur. ayrıca daha ingilizler ile karşılaşmayan filonun yaralanmasına sebebiyet vermiştir.
nitekim ingiltere ve ispanya arasındaki muharebeler sonucunda tek bir ingiliz gemisi dahi batmamıştır! ve ispanya kralının, 1. elizabeth ile evlenme hayalleri de böylece son bulmuştur.
tudor hanedanı'ndan olan kraliçe elizabeth de hiç evlilik yapmadan öldüğü için tarihe "bakire kraliçe" olarak geçmiştir.
Ticarî amaç gütmeden, maddî bir menfaat elde etmeden internet yayınlarına olanak sağlayan global bir paylaşım ağı olan ForumDenizi, adından ve vasfından da anlaşılabileceği üzere bir forum sitesidir. Forum siteleri, tıpkı sosyal medya ve interaktif sözlükler gibi 5651 sayılı kanunun 2. maddesinin 1. fıkrasının "m" bendine göre Yer Sağlayıcı olarak faaliyet göstermekte olan, hizmet ve içerikleri barındıran sistemleri sağlayan veya işleten platformdur. 5651 sayılı kanunun 5. maddesine göre yer sağlayıcı, yer sağladığı içeriği kontrol etmek veya hukuka aykırı bir faaliyetin söz konusu olup olmadığını araştırmakla yükümlü değildir. Başka bir deyişle ForumDenizi üzerinden yapılan yazılı, görsel ya da işitsel paylaşımlardan doğabilecek yasal sorumluluk, mezkur içeriği paylaşan ForumDenizi üyesi gerçek kişilere aittir. İlgili kanunun anılan maddesinin 2. fıkrasında da çok açık bir biçimde öngörüldüğü üzere; yer sağlayıcı, yer sağladığı hukuka aykırı içerikten, ceza sorumluluğu ile ilgili hükümler saklı kalmak kaydıyla, bu Kanunun 8 inci ve 9 uncu maddelerine göre haberdar edilmesi halinde ve teknik olarak imkân bulunduğu ölçüde hukuka aykırı içeriği yayından kaldırmakla yükümlüdür. Açıklanan hukuki dayanaklar temelinde, hak ihlâli iddiasında bulunan hak sahipleri İLETİŞİM linkinden yer sağlayıcı ForumDenizi yöneticilerine ihtarda bulunarak bahse konu hususu tebliğ etmeleri halinde incelemeler yapılıp, en geç 2 gün içerisinde gerekli işlemler tesis edilecektir.
5101 sayılı yasayla degişik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereğince ForumDenizi üzerinde telif hakkı bulunan MP3, video vb. eserlerin paylaşımı T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından hak sahipliği verilmiş olan MÜ-YAP tarafindan yasaklanmış olup, yasal işlem olması halinde, paylaşan kişi ya da kişilerin bilgileri gerekli kuruma verilecektir.